25 Haziran 2013 Salı

Yasaklı Bir Bektaşi Masalı

Mehmed Tevfik
19 yüzyılda Alman Dr. George Jacobun önemli çalışmalarından biri de "Türkische Bibliothek" adlı kitap serisinde  yayımladığı bir Bektaşi masalıdır. Bu masal, 1880li yıllarında İstanbulda gazetecilik yapmış olan ‘‘Çaylak‘‘[1] lakaplı Mehmed Tevfik tarafından yazılmıştır[2].  Bektaşi folkloru bakımından oldukça önemli olan bu masal sözlü kaynaktan dinlenerek derlenmiş. 1911 yılında Dr. Thedor Menzil tarafından Almanca çevirisi yapılan ’’Bir Masal Kahramanı’’ adlı bu Bektaşi masalı; Kumkapı Meyhanelerine dadanan bir vatandaşın başından geçen olayları anlatmakta. Masal, olayın kahramanı, ailesi ve ailesinin çevresinde kimlerin olduğunu, bu kişilerin birbirleriyle olan münasebetlerini, olayın geçtiği Kumkapı Meyhaneleri ile birlikte İstanbulun diğer meyhaneleri hakkında bilgiler vermekte. Masalı okumaya başladığınızda, masal kahramanının akşamları birlikte demlendiği esnaf arkadaşlarını, Bektaşi Dergahındaki dervişleri, derğahın fizikî, sosyal durumu, olayın geçtiği zamanı, 40 gün çekilen cefanın boyutu olmak üzere masalın bağlamı hakkında önemli bilgiler edinmek mümkün.


9 Haziran 2013 Pazar

Evliya Çelebi Bektaşi miydi?

Bu soruya kafadan cevap vermek zor!

Belki bu soruya cevap bulabilecek bir kaç veriyi şöyle sıralamak mümkün.

Eviya Çelebi Seyahatnamelerinde Bektaşi dervişlerinden, dergahlarından, tekkelerinden sıkça bahsetmiş, ziyaret ettiği dergahlardan sayfalar dolusu izlenim yazmıştır.

Bu izlenimlerin günümüzde araştırmacılar için önemini burada tekrar vurgulamaya gerek yok.

Evliya Çelebi, bazen bu izlenimlerinin dışına çıkıp Bektaşi dervişlerine karşı gösterilen olumsuz tutumlara karşı durup onları savunma pozisyonuna geçtiği tarihi kaynaklarda görülmekte.

 

Dr. Felik von Luschan kaleminden Tahtacılar - 1890

Dr. Felix von Luschan
Dr. Felix von Luschan’ın 1890 yılında yayımlanan makalesi............

Makale ve resimler Türçede ilk defa yayımlanmakta!!!!!!

Makaleye Luschan’ın hayatıyla başlıyoruz.

Luschan'ın bir kafa tasını incelerken çekilen fotoğrafı, O’nun mesleğine olan saygınlık ve bağlılığını bire bir anlatmakta.

Luschan’ın antropoloji yaptığı katkılar tartışılmaz. O ilk defa 1890 yılında Antalya'da yaşayan Tahtacılar ile ilgili bilimsel ve antropolijik bilgileri kaleme alan kişidir.



Luschan'ın Tahtacılar ile ilgili makalesinin devamı
önümüzdeki  günlerde aşağıda sıralanan konu başlıkları altında bloğumuzda takip edebilirsiniz.
 

Almancılar nasıl (mı) eğleniyor?

Türkü, şarkı, arabesk dinlemeye karar vermiş gençler, çiftler, bekarlar, kırık kalpli tekler, politikler, Alamancılar eğlence mekanın bulunduğu yere arabayla gelmişler ise (yüzde 99,99`u genelde kendi arabalarıyla gelmekte) mutlaka mekanın önünde bir kaç dakika dururlar. İçeride ne var yok bakmak isterler. Aslında içerisi bahane.. Verilmek istenen mesaj şudur “Hop biz geldik bakan yok mu!..........”
İçeriden birileri mutlaka yolun ortasında park halinde duran arabanın camından bakan kişilere (genelde arabada 4-5 kişi olur) yardımcı olmak ister. Yardım eden kişiler, mekan sahibi veya içeriden telefon etme, temiz hava alma, içeride konuşulamayan konuları konuşmak için dışarıya çıkmış olan konuklar da olabilir……..
 
 
 
 
 
 

Hacı Bektaş Veli ve Yeniçeriler

Hacı Bektaş Veli ile iligili günümüze kadar ulaşan bilgilerin büyük bir bölümünün tarihsel kaynakları oldukca zayıftır. Türk kaynakları 12 ve 13 yüzyılda İran`dan[1] özellikle Horoşan`dan Anadoluya gelen dervişlerden söz eder. Hacı Bektaş Veli’nin de Türkmenistan‘ın Nişapur şehrinden Anadoluya geldiği, Horasanlı ünlü düşünür Ahmet Yesevi`nin[2] talebesi olduğu, kendi adına kurduğu rivayet edilen Bektaşi tarikatını, Bursa‘da[3] da yaygın olan olan Nakşibendi tarikatından esinlendiği söylenir. Aktarılan bilgiler Hacı Bektaş Veli`nin 1337 yılında çıktığı bir gezide vefat ettiği yönündedir ama bu bilgi John P. Browne`ye[4] göre doğru değildir.

 

’’Hayırlı Olay’’ asla tesadüf değildir!


Yeniceriler
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına paralel olarak Bektaşîlere karşı yönelik yürütülen büyük operasyon sırasında ‘mezhepsizlik, Bektaşîlik ve dinsizlik’le suçlanıp, üyeleri sürgüne gönderilmiştir...’’XVI. yüzyıl sonrası ’’Sünnilik’’ Osmalı’nın resmi ideolojisi haline dönüşüp XVII. Yüzyılın sonlarından itibaren Nakşilik hakim tarikat olarak iktidarı ele geçirince yeni bir dönemin de kapısı aralanır: Bütün ’’kapıkullarına’’ rağmen Osmanlı’ya yar olmayan Yeniçerilerin tasfiye edilmesi ve Bektaşi Babalarıyla birlikte binlercesinin katledilmesi resmi tarihe ’’Vaka-i Hayriye’’ (Hayırlı Olay) olarak geçmesi asla tesadüf değil, uzun yıllara yayılan bir planlamanın neticesidir.

Bir Grup Yorum konseri ardından

1985 yılında üniversite öğrencileri tarafından İstanbul'da kurulan Grup Yorum, emekçi halkların sesini, devrimci bir müzik anlayışıyla duyurmaya başladı. Grup Yorum, kısa süre içerisinde muhalif duyarlılığın, haklar ve özgürlükler mücadelesinin vazgeçilmez bir tarafı oldu.
Kişisel olarak beni de etkileyen Grup Yorumu ilk çıktığı günden itibaren takip etmeye çalıstım.
Dün akşam Düsseldorf şehrindeki Grup Yorum‘un konserinden sonra eve geldiğimde, arşivimdeki kasetlerine baktım…….
Cemo Gün Gelir, Gel ki Şafaklar Tutuşsun. Cesaret. Türkülerde Grup Yorum adlı albümlerini almışım. Yani iyi bir Grup Yorum dinleyicisi sayılırım. Ayrıca bu makaleyi kaleme alırken de YouTube üzerinden Grup Yorum‘un ‘‘Dağlara Gel Dağlara‘‘ parçasını dinliyorum.
 
 

Siyabendo ve Perihan

Kaynağını Kürt halk mitolojisinden olan bu söylence bir Kürt masalıdır. Bu masalda adı geçen Siyadem bir kahraman olarak ortaya çıkmış, hiç tükenmeyen sevgisinin ünü dağları aşmış, uzak topraklara ulaşmıştır. Siyadem arka planda canlı bir kültürle, gerçek ve sanatsal güzelliğiyle betimlenen Kürt masallar dünyasına sürükler insanı.

Kamuran Ali Bedirhan, romanında halk arasında Siyabend ile Xece olarak da bilinen bu söylencenin ayrıntılarına girmeden mitolojik ögelerin perde arkasına vurgu yapmadan, masalın ana ögelerine sadık kalarak yalın bir anlatımla vermeye çalışmış. Bu anlamda Kamuran Ali Bedirhan, Siyabendo ve Perihan‘ın yazarı değildir. Ama kendisinin üzerine düşen görevi de en güzeliyle yapmış, romanında bu masalı yeni kuşaklara aktarmayı bilmiştir.


Bota'nın Yiğitleri

Botan, güçün ve isyanın simgesi olmuştur her zaman. Bağrından nice yiğitler, ölümsüz kahramanlar çıkmıştır. Botan’dan çıkan yiğitler kılıç sallayıp at koştura dursun, biz dönelim öteye, kulak kabartalım, seslerine ses verelim. Bakalım, görelim neler olmuş Botan’da?

Ucu bucağı olmayan bir yerdi Botan. At binip dolaşsan 40 yıl sürerdi. Botan’da yaşayan insanlar, öyle maârif, öyle kudretli, öyle yiğit, öyle direngen diler ki, orada yaşayan yiğit sayısını ancak mevlâ bilebilirdi. Bir zamanlar adları şanları tüm ülkeye yayılmış Alaaddin ve Mübarek adında iki kardeş, işte bu ucu bucağı olmayan Botan’da yaşıyorlardı. Yaz kış yaşadıkları evleri ise, göğe varan karlı dağların doruklarındaydı. Gülcan adında bir de dünya güzeli kızkardeşleri vardı. Dağların karlı doruklarını mesken edinmiş bu üç kardeş, Osmanlı sultanına karşı geliyor, sultanın fermanlarını tanımıyor onun emir kulları olan Cizre Beyliğine karşı duruyorlardı....

 




8 Haziran 2013 Cumartesi

İlhami Yazgan ’’KaybolmuşBellekler’i’’ kitaplarıyla geri veriyor

Kürt toplumu da dahil, tüm Doğulu halklar için „görsel tarih“in  son derece önemli olduğunu bildiğim için, özellikle 1980/90’lı yıllardan itibaren yaptığım ya da yayımladığım Kürdoloji çalışmalarında, görsel ürünlere özel bir önem vermeye çalıştım. Gerek kendi çalışmalarımın, gerekse editör sıfatıyla yayımladığım eserlerin sonuna bir „Albüm“ eklemeyi adeta bir gelenek haline getirdim. Şimdilerde, sevinçle görüyorum kia, Kürdoloji alanında yayın yapan başka yayınevleri de aynı yolu izliyorlar. 1990’lı yılların başlarında Almanya’nın Bochum kentinde KOMKAR’ın düzenlediği bir etkinlikte tanıdım ilk kez İlhami Yazgan’ı. Kendisi de etkinliğe Kürt gravür ve eski fotoğraflarından oluşan bir sergiyle katılıyordu. Orada tanıştık ve daha sonra aralıklarla da olsa ilişkimiz devam etti. İlhami Yazgan’ın, bu süreç içerisinde çalışmalarını önce yazı daha sonra da kitap boyutunda bilince çıkarmasını sevinçle karşıladım ve ilgiyle izledim. Bunlardan ilki „Batılı Gezginlerin Seyahatnamelerinde Kürtler“ adını taşıyor ve 1997’de Almanya’da yayımlanıyordu. Bu, anlatımlı bir albüm çalışmasıydı.  Gazete yazılarından oluşan ve bunun devamı sayılabilecek bir kitap çalışması da yine 2007 yılında Almanya’da yayımlanmıştı: Tarihin Akışında Kürtler.