Mehmed Tevfik |
25 Haziran 2013 Salı
Yasaklı Bir Bektaşi Masalı
9 Haziran 2013 Pazar
Evliya Çelebi Bektaşi miydi?
Bu soruya kafadan cevap vermek zor!
Belki bu soruya cevap bulabilecek bir kaç veriyi şöyle sıralamak mümkün.
Eviya Çelebi Seyahatnamelerinde Bektaşi dervişlerinden, dergahlarından, tekkelerinden sıkça bahsetmiş, ziyaret ettiği dergahlardan sayfalar dolusu izlenim yazmıştır.
Bu izlenimlerin günümüzde araştırmacılar için önemini burada tekrar vurgulamaya gerek yok.
Evliya Çelebi, bazen bu izlenimlerinin dışına çıkıp Bektaşi dervişlerine karşı gösterilen olumsuz tutumlara karşı durup onları savunma pozisyonuna geçtiği tarihi kaynaklarda görülmekte.
Dr. Felik von Luschan kaleminden Tahtacılar - 1890
Dr. Felix von Luschan |
Makale ve resimler Türçede ilk defa yayımlanmakta!!!!!!
Makaleye Luschan’ın hayatıyla başlıyoruz.
Luschan'ın bir kafa tasını incelerken çekilen fotoğrafı, O’nun mesleğine olan saygınlık ve bağlılığını bire bir anlatmakta.
Luschan’ın antropoloji yaptığı katkılar tartışılmaz. O ilk defa 1890 yılında Antalya'da yaşayan Tahtacılar ile ilgili bilimsel ve antropolijik bilgileri kaleme alan kişidir.
Luschan'ın Tahtacılar ile ilgili makalesinin devamı önümüzdeki günlerde aşağıda sıralanan konu başlıkları altında bloğumuzda takip edebilirsiniz.
Almancılar nasıl (mı) eğleniyor?
Türkü, şarkı, arabesk dinlemeye karar vermiş gençler, çiftler, bekarlar, kırık kalpli tekler, politikler, Alamancılar eğlence mekanın bulunduğu yere arabayla gelmişler ise (yüzde 99,99`u genelde kendi arabalarıyla gelmekte) mutlaka mekanın önünde bir kaç dakika dururlar. İçeride ne var yok bakmak isterler. Aslında içerisi bahane.. Verilmek istenen mesaj şudur “Hop biz geldik bakan yok mu!..........”
İçeriden birileri mutlaka yolun ortasında park halinde duran arabanın camından bakan kişilere (genelde arabada 4-5 kişi olur) yardımcı olmak ister. Yardım eden kişiler, mekan sahibi veya içeriden telefon etme, temiz hava alma, içeride konuşulamayan konuları konuşmak için dışarıya çıkmış olan konuklar da olabilir……..
|
Hacı Bektaş Veli ve Yeniçeriler
Hacı Bektaş
Veli ile iligili günümüze kadar ulaşan bilgilerin büyük bir bölümünün tarihsel
kaynakları oldukca zayıftır. Türk kaynakları 12 ve 13 yüzyılda İran`dan[1]
özellikle Horoşan`dan Anadoluya gelen dervişlerden söz eder. Hacı Bektaş
Veli’nin de Türkmenistan‘ın Nişapur şehrinden Anadoluya geldiği, Horasanlı ünlü
düşünür Ahmet Yesevi`nin[2]
talebesi olduğu, kendi adına kurduğu rivayet edilen Bektaşi tarikatını,
Bursa‘da[3]
da yaygın olan olan Nakşibendi tarikatından esinlendiği söylenir. Aktarılan
bilgiler Hacı Bektaş Veli`nin 1337 yılında çıktığı bir gezide vefat ettiği
yönündedir ama bu bilgi John P. Browne`ye[4]
göre doğru değildir.
’’Hayırlı Olay’’ asla tesadüf değildir!
1826’da Yeniçeri
Ocağı’nın kaldırılmasına paralel olarak Bektaşîlere karşı yönelik yürütülen
büyük operasyon sırasında ‘mezhepsizlik, Bektaşîlik ve dinsizlik’le suçlanıp,
üyeleri sürgüne gönderilmiştir...’’XVI. yüzyıl sonrası ’’Sünnilik’’ Osmalı’nın
resmi ideolojisi haline dönüşüp XVII. Yüzyılın sonlarından itibaren
Nakşilik hakim tarikat olarak iktidarı ele geçirince yeni bir dönemin de kapısı
aralanır: Bütün ’’kapıkullarına’’ rağmen Osmanlı’ya yar olmayan Yeniçerilerin
tasfiye edilmesi ve Bektaşi Babalarıyla birlikte binlercesinin katledilmesi
resmi tarihe ’’Vaka-i Hayriye’’ (Hayırlı Olay) olarak geçmesi asla tesadüf
değil, uzun yıllara yayılan bir planlamanın neticesidir.
Yeniceriler |
Bir Grup Yorum konseri ardından
1985 yılında
üniversite öğrencileri tarafından İstanbul'da kurulan Grup Yorum, emekçi
halkların sesini, devrimci bir müzik anlayışıyla duyurmaya başladı. Grup Yorum,
kısa süre içerisinde muhalif duyarlılığın, haklar ve özgürlükler mücadelesinin
vazgeçilmez bir tarafı oldu.
Kişisel
olarak beni de etkileyen Grup Yorumu ilk çıktığı günden itibaren takip etmeye
çalıstım.
Cemo
Gün Gelir, Gel ki Şafaklar Tutuşsun. Cesaret. Türkülerde Grup Yorum adlı
albümlerini almışım. Yani iyi bir Grup Yorum dinleyicisi sayılırım. Ayrıca bu
makaleyi kaleme alırken de YouTube üzerinden Grup Yorum‘un ‘‘Dağlara Gel
Dağlara‘‘ parçasını dinliyorum.
Dün
akşam Düsseldorf şehrindeki Grup Yorum‘un konserinden sonra eve geldiğimde,
arşivimdeki kasetlerine baktım…….
Siyabendo ve Perihan
Kaynağını
Kürt halk mitolojisinden olan bu söylence bir Kürt masalıdır. Bu masalda adı
geçen Siyadem bir kahraman olarak ortaya çıkmış, hiç tükenmeyen sevgisinin ünü
dağları aşmış, uzak topraklara ulaşmıştır. Siyadem arka planda canlı bir
kültürle, gerçek ve sanatsal güzelliğiyle betimlenen Kürt masallar dünyasına
sürükler insanı.
Kamuran Ali Bedirhan, romanında halk arasında Siyabend ile Xece olarak da bilinen bu söylencenin ayrıntılarına girmeden mitolojik ögelerin perde arkasına vurgu yapmadan, masalın ana ögelerine sadık kalarak yalın bir anlatımla vermeye çalışmış. Bu anlamda Kamuran Ali Bedirhan, Siyabendo ve Perihan‘ın yazarı değildir. Ama kendisinin üzerine düşen görevi de en güzeliyle yapmış, romanında bu masalı yeni kuşaklara aktarmayı bilmiştir.
Kamuran Ali Bedirhan, romanında halk arasında Siyabend ile Xece olarak da bilinen bu söylencenin ayrıntılarına girmeden mitolojik ögelerin perde arkasına vurgu yapmadan, masalın ana ögelerine sadık kalarak yalın bir anlatımla vermeye çalışmış. Bu anlamda Kamuran Ali Bedirhan, Siyabendo ve Perihan‘ın yazarı değildir. Ama kendisinin üzerine düşen görevi de en güzeliyle yapmış, romanında bu masalı yeni kuşaklara aktarmayı bilmiştir.
Bota'nın Yiğitleri
Botan, güçün ve isyanın simgesi olmuştur her zaman. Bağrından nice
yiğitler, ölümsüz kahramanlar çıkmıştır. Botan’dan çıkan yiğitler kılıç
sallayıp at koştura dursun, biz dönelim öteye, kulak kabartalım, seslerine ses
verelim. Bakalım, görelim neler olmuş Botan’da?
Ucu bucağı olmayan bir yerdi Botan. At binip dolaşsan 40 yıl sürerdi.
Botan’da yaşayan insanlar, öyle maârif, öyle kudretli, öyle yiğit, öyle
direngen diler ki, orada yaşayan yiğit sayısını ancak mevlâ bilebilirdi. Bir
zamanlar adları şanları tüm ülkeye yayılmış Alaaddin ve Mübarek adında iki
kardeş, işte bu ucu bucağı olmayan Botan’da yaşıyorlardı. Yaz kış yaşadıkları
evleri ise, göğe varan karlı dağların doruklarındaydı. Gülcan adında bir de
dünya güzeli kızkardeşleri vardı. Dağların karlı doruklarını mesken edinmiş bu
üç kardeş, Osmanlı sultanına karşı geliyor, sultanın fermanlarını tanımıyor
onun emir kulları olan Cizre Beyliğine karşı duruyorlardı....
8 Haziran 2013 Cumartesi
İlhami Yazgan ’’KaybolmuşBellekler’i’’ kitaplarıyla geri veriyor
Kürt toplumu da dahil, tüm Doğulu halklar için „görsel tarih“in son derece önemli olduğunu bildiğim için, özellikle 1980/90’lı yıllardan itibaren yaptığım ya da yayımladığım Kürdoloji çalışmalarında, görsel ürünlere özel bir önem vermeye çalıştım. Gerek kendi çalışmalarımın, gerekse editör sıfatıyla yayımladığım eserlerin sonuna bir „Albüm“ eklemeyi adeta bir gelenek haline getirdim. Şimdilerde, sevinçle görüyorum kia, Kürdoloji alanında yayın yapan başka yayınevleri de aynı yolu izliyorlar. 1990’lı yılların başlarında Almanya’nın Bochum kentinde KOMKAR’ın düzenlediği bir etkinlikte tanıdım ilk kez İlhami Yazgan’ı. Kendisi de etkinliğe Kürt gravür ve eski fotoğraflarından oluşan bir sergiyle katılıyordu. Orada tanıştık ve daha sonra aralıklarla da olsa ilişkimiz devam etti. İlhami Yazgan’ın, bu süreç içerisinde çalışmalarını önce yazı daha sonra da kitap boyutunda bilince çıkarmasını sevinçle karşıladım ve ilgiyle izledim. Bunlardan ilki „Batılı Gezginlerin Seyahatnamelerinde Kürtler“ adını taşıyor ve 1997’de Almanya’da yayımlanıyordu. Bu, anlatımlı bir albüm çalışmasıydı. Gazete yazılarından oluşan ve bunun devamı sayılabilecek bir kitap çalışması da yine 2007 yılında Almanya’da yayımlanmıştı: Tarihin Akışında Kürtler.