Yeniceriler |
Bu plan
neticesinde, Yeniçerilerin tasfiye edildiği gibi, sayıları 700 civarında olduğu
söylenen ve büyük bir ekonomik güce ulaşmış Bektaşi tekkeleri de tasfiye
edilmiş, malları, mülkleri de
Nakşi tarikatlarının kullanımına sunulmuştur.’’
Tekkelerle birlikte, Bektaşi Babaları başta olmak üzere, binlerce Bektaşi ve
Bektaşiliğe yakın duran kişiler de öldürülmüştür.
Yukarıda
Necdet Saraç’ın, Alevilerin Siyasal Tarihi, adlı kitabından yapılan alıntı Türk
ve batılı araştırmacılar tarfından da doğrulanır.
Bektaşi ve Kızılbaşlık konularında 1900’ un başlarında Almaya’da ilk
çalışmaları başlatan Dr. Georg Jacob, bu konuda şu belirlemeyi yapar:
’’1826
yılında açımasız bir şekilde Yeniçerileri ortadan kaldırın Osmanlı Padişahı II.
Mahmut, hızını alamayıp Yeniçerilerin manevi dünyalarını besleyen Bektaşilere
yönelip derğahları
kapatmıştır. Üssi-i Zafer adlı kitabın yazarı Hoca Esad Efendi, kitabında
ortaya atmış olduğu iddialarda, Bektaşiliğin kafir ve sapkın bir mezhep olduğu
vurgular ve ortadan kaldırılış nedenlerini sıraladıktan sonra şunları yazar;
‘‘II. Mahmut yayımladığı fermanla Bektaşilere karşı bir dizi önlemler aldığını
duyurdu. Bu ferman, üst düzeyde önemli
devlet adamlarının katıldığı toplantıdan sonra yayımlanmıştır. Toplantıya
katılanlar arasında eski ve yeni sadrazamlar eski ve yeni şeyhülislamlar,
devlet riçalinden meşrevete memur olanlar ve dönemin tarikat şeyhleri
katılmıştır. İstenen düzenlemeyi uygulamak için de Mirasker Ali Bey, dönemin
Şeyhülislamı tarafından seçilen Seyyid Ali Remzi Efendi
görevlendirilmiştir.‘‘
Bir çok
Bektaşi Derĝahı, ki bunların sayıları İstanbul`da 14’e yakındı, yıkılıp yerle
bir edildi. Yanlızca Bektaşi mezarlıkları bu yıkımın dışında kaldı.
Bektaşi
babalarının bir kısmının hayatları bağışlandı ama yaklasık 200 Bektaşi babası
Anadolunun çeşitli yerlerine sürgün edildiler. Sürgün yerleri ağırlıklı olarak
Osmanlı memurları müftü ve kadılar tarafından kontrol edilen yerlerdi. Sürgüne
gönderilenlerin çoğu daha gidecekleri yerlere ulaşmadan yollarda boğazlandılar.
Bunlar arasında bulunan tarihci, İstanbul Eyüp‘de kadılık yapmış Şanizade
Mehmet Ataullah Efendi de vardır. Şanizade Mehmet Ataullah Efendi 1829 yılında
Aydın‘ın kuzeyinde bulunan Tire kaşabasında üç Bektaşi babasıyla birlikte ulu
orta idam edilmişlerdir.’’
Peki kimdir
bu planları yapanlar?
Bektaşiliğe
karşı olan bu kin nereden beslenmektedir?
Peki
öldürülenler?
Öldürülenler
kimdir?
Tümü Bektaşi
midir?
Bektaşiliğe
ilgi duyanlar. Yakın duranlar. Bu katliamdan nasıl etkilenmişlerdir?
Peki
planları yapanlar! Kimdir bunlar? Yağma ve yıkımdan sonra nasıl
ödüllendirilmişlerdir?
Bu soruları
çoğaltmak mümkün!
Soruları
çoğaltmadan planları yapan kişi ile mağdur olan kişiyi biraz yakından tanımaya
çalışalım.
Necdet Saraç
yukarıdaki belirlemesinin altını çizerek; ’’Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) asla
tesadüf değil, uzun yıllara yayılan bir planlamanın neticesidir’’ diyor.
Yaşananlar
gerçekten asla tesadüf değil! mi?
Bunlar uzun
yıllara yayılan bir planlama! mı?
Bakalım;
’’Vaka-i
Hayriye’’yi planlayanların başında Hoca Esad Efendi gelmektedir.
Hoca Esaf
Efendi (1789 – 1848). İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed’dir. Sahhaflar
Şeyhizâde diye bilinir. Arapkirli Sahhaflar Şeyhi diye tanınan Hacı Ahmed
Efendinin oğludur. İlk dersi babasından görmüştür. Müderrislik ve meşihat
mektupçuluğu yaptığı dönemde, Sultan Mahmud’a Üss-i Zafer adlı bir çalışma
sunmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti
tarihinin önemli olgularından olan Yeniçeri Ocağı’nın neden kaldırılması
gerektiğini anlatan bir eserdir. Hoca Esad Efendi, taraf olarak olayların
içinde yer almış ve olayların dozunun artırılması için saray hizmetinde
bulunmuştur. Hoca Esad Efendi, eserine Bektaşilerin ortadan kaldırılmasına
ilişkin bir de başlık koymuştur. Bu başlık;
“Zındık,
Mülhid yapılı Bektaşilerin izalesi ve İslam beldelerinin aşağılık sapık
topluluklardan tasfiye edilmesi beyanındadır”, şeklindedir.
Hoca Esad
Efendi, Üss-i Zafer’i yazdığı dönemde müderrislik ve meşihat mektupçuluğu
görevindedir.
Aynı dönemde
tıp, tarih, matematik, edebiyat ve coğrafya alanında eser çeviren ve yazan,
daha çok Osmanlı-Türk tıbbının çağdaşlaşmasındaki öncü rolü ile tanınan, Avrupa
tıbbına ait
bilgileri Osmanlı’ya aktarmak üzere Almanca’dan çevirdiği beş ciltlik eserin
1820 yılında tek cilt olarak basılan ilk üç cildi; Osmanlı Devleti’nde basılan
ilk tıp kitabı olan Şanizâde Ataullah Efendi vak’anüvislik (devletin resmî târihçisi)
görevini yürütmektedir.
Şânizade Mehmet Ataullah Efendi |
Şânizade
Mehmet Ataullah Efendi (d. 1771- ö. 1826), XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı
İmparatorluğu’nda yetişmiş önemli bilim adamlarından biri sayılmaktadır.
“Beşiktaş
Cemiyet-i İlmiyesi” adlı cemiyetin içinde de yer alan Şânizade, bilim ve
kültürün çeşitli alanlarında isteyenleri eğitmek üzere toplanan bu cemiyette fen dersleri
de vermiştir. Cemiyet, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına paralel olarak
Bektaşîlere karşı yönelik yürütülen büyük operasyon
sırasında ‘mezhepsizlik, Bektaşîlik ve dinsizlik’le suçlanıp, üyeleri sürgüne
gönderilmiştir.
Sürgüne
gönderilen üyelerin arasında Şânizade Mehmet Ataullah Efendi de vardır. Bektaşi
olduğu öne sürülerek vak’anüvislik görevinden azledilmiştir.
Şânizade
Mehmet Ataullah Efendi vak’anüvislik görevinden azledildikten sonra onun yerine
kimin atandığını biliyor muyuz?
Bu sorunun
cevabını Alman Türkolog Dr. Georg Jacob, Beiträge zur Kenntnis des
Derwisch-Ordens der Bektaschis 1909’ adlı çalışmasının giriş bölümünde söyle
veriyor: ’’Vak’anüvislik görevinde bulunan Şânizade, Bektaşi olduğu öne
sürülerek görevinden alındı ve idam edildi. Ondan boşalan Vak’anüvisliğe Hoca
Esaf Efendi geçti.’’
Bugün
Alevilerin, Bektaşilerin, Kızılbaşların başına gelen yeni ’’Vaka-i Hayriye’’ler
asla ama asla tesadüf değildir!
Bunlar uzun
yıllara yayılan planlardır.
186 yıl önce
yaşanan ’’Hayırsız Olay’’ gibi…
Köln
13.02.2012
İlhami Yazgan