Ucu bucağı olmayan bir yerdi Botan. At binip dolaşsan 40 yıl sürerdi.
Botan’da yaşayan insanlar, öyle maârif, öyle kudretli, öyle yiğit, öyle
direngen diler ki, orada yaşayan yiğit sayısını ancak mevlâ bilebilirdi. Bir
zamanlar adları şanları tüm ülkeye yayılmış Alaaddin ve Mübarek adında iki
kardeş, işte bu ucu bucağı olmayan Botan’da yaşıyorlardı. Yaz kış yaşadıkları
evleri ise, göğe varan karlı dağların doruklarındaydı. Gülcan adında bir de
dünya güzeli kızkardeşleri vardı. Dağların karlı doruklarını mesken edinmiş bu
üç kardeş, Osmanlı sultanına karşı geliyor, sultanın fermanlarını tanımıyor
onun emir kulları olan Cizre Beyliğine karşı duruyorlardı....
Bıkmıştı Cizre Beyliği bu yiğit kardeşlerden, baş edemez olmuştu. Yine iki
kardeşin saldırılarının sıklaştığı bir dönemde Cizre Beyliği toplanıp karar
aldı.
Derelerden yel gibi esen,
tepelerden sel gibi akan bir atlıyla haber uçururdular sultana. El etek
öpüp sultanın huzuruna çıkan haberci anlatı bir solukta olanları. Bire bin
katıp; soyguncu, vurguncu, yolları kesen, öldüren, uçan kuştan haraç alan
eşkiya diye gammazladı iki kardeşi. Bunu duyan sultan öyle bir
gürledi, öyle bir kalktı ki yerinden, yer yerinden oynadı. Vezirini çağırıp,
„Hazırlayın bir ferman, hemen terk etsinler Botan’ı“ diye emretti.
Botan’daki evlerini barklarını
geride bırakan iki kardeş, dillere destan olan, yürekler hoplatan güzel kızkardeşlerini
de yanlarına alıp Musul’a yerleşirler. Musul’da bulunan Rus şehbenderiyle temas
edip „Biz sultana karşı cenk etmek istiyoruz, bize silah temin“ edin diye
bildirdiler. Rus şehbenderi iki yiğit kardeşin isteğini geri çevirmez.
Silahları temin eden Alaaddin ve Mübarek bir sabah kız kardeşlerini Mosul’da
bırakıp Botan’a doğru yola koyulurlar. Cizre’ye geldiklerinde çoşkuyla
karşılanan iki kardeş Kürt Ağaları’na haber salıp bir araya gelmelerini
isterler. Haberi alan ağalar hemen bir araya gelip büyük bir merakla sorarlar.
„Bizleri neden topladınız yiğitler?“
„Bağdat’da bulunan dinsizleri
öldürmek için eli silah tutan herkesi toplayıp süvari alayı oluşturmak
istiyoruz. Ne dersiniz bu işe?“ diye sorar iki kardeş. İtirazlar, karşı
çıkmalar, yer yer direnmeler başlar hemen ağalar arasında. „Hayır, biz bu işte
yokuz, Bağdat’la işimiz yok bizim. Cenk edeceksek sultana karşı edelim. O‘dur bize zülm
eden, varımızı yoğumuzu elimizden alan“ derler. „Haydi bize eyvallah“ deyip
terk ederler birer birer toplantıyı. İki kardeş hemen sözü alıp, „durun ağalar,
beyler daha sözümüz bitmedi, son sözümüz söylenmedi.“ diye geri dönmelerini
isterler ağaların. Gitmeye yeltenen ağaları yatıştırıp tekrar yerlerine
oturmalarını sağlarlar. „Bizi dinleyin ağalar; biz de zaten sizin gibi
düşünüyoruz. Biz sizi sadece sınamak istemiştik“ derler.
Anlatırlar tane tane ne yapmak, ne etmek, ne eylemek istediklerini. Bu işin
hiçte zor olmadığını söylerler ağalara. Sultanın zülmünden, özgür yaşamanın
yüceliğinden bahsederler. İki kardeşin bu konuşmalarından sonra ağalar kuş gibi
uçarlar geldikleri yerlere. Hemen ertesi gün çığırtkanlar, bağırtkanlar düşer
yollara. Yediden yetmişe, büyükten küçüğe herkese duyururlar Kürt ağaların
buyruklarını, ortak tavırlarını. Atlar çekilip, kılıçlar bilenir. Mavzerler
kılıflarından çıkarılıp yağlanır. Cenk buyruğu verilir Botan’da.
Binlerce atlı ve yayadan oluşan silahlı Kürt süvariler Cizre’nin boş
alanında toplanırlar kısa zamanda. Tarla, toprak saray, maray, ev, hamam, konak
monak ne varsa..... yerle bir edilecektir. ilk saldırı emri verilir. İlk
saldırı hükümet konağına yapılır. Hükümet konağından kaçmayı başaran bir kaç
insanın dışında 40 tanesi esir alınıp öldürülür hemen orada. Dağ taş insan
sesleriyle inler. Yerde, açıkta derede, tepede, meydanda, konakta başlar bir
kovalamaca... Daha sonra bir noktada toplanan Kürt süvariler iki kola ayrılır.
Bir kolun başında Müberek diğerinde ise Alaattin vardır. İki koldan talana
devam edilir.
Cizre’yi yerle bir eden Kürt süvariler, atlarını sürerler Midyat’a.
Midyat’da taş üzerinde taş komazlar. Şehir yerle bir edilir. Kürtlere
direnemeyen sultanın adamları şehri boşaltırlar, kaçarlar dağlara doğru!
Kürtlerin elinden kurtulabilen bir kaç kişi yalınayak, yarı çıplak düşer
yollara. Bir kaç gün yol alırlar aç susuz. Gelirler Istanbul’a... Saç sakal,
giyim, kuşam, perişan bir halde, yırtık pırtık elbiselerle çıkarlar sultanın
huzuruna. El etek öpüp anlatırlar başlarından geçenleri. Kendilerine yapılan
zülmü... Anlatırlar Kürtler’in soygununu, vurgununu, yol kesmelerini, bel
bükmelerini.... Sultan, sert ve aşık yüzüyle anlatılanları dinler sessizce.
Daha anlatılanlar bitmeden yerinden kalkıp gürler vezirine, „Toplayın hemen
seçme yiğitleri, koyun yola yirmi bin atlı, yirmi bin yaya.“ der. Vezir el ayak
öpüp koşar askerlerin yanına. Askerlerin hemen toplanıp yola çıkmasını emreder.
Osmanlı askeri Musul’a doğru yol alıp dursunlar biz bakalım Kürtler’in
tarafına, onlar ne yapar ne eder bu arada;
Sultanın Musul’a doğru yirmi bin atlı, yirmi bin yaya askerle yola
çıktığını duyan Alaaddin ve Mübarek, hemen Kürt süvarileri toplayıp sultan ve
askerlerinin yola çıktıklarını duyururlar. Söz ikilenmeden Botan’ı ele
geçirmenin verdiği güçle sultanın askerlerine karşı cenk etmek, onları da dize
getirmek için Musul’a doğru yola çıkma kararı verirler.. Bir kaç gün yol,
konaklama monaklama derken, eski tarihi kalıntı ve mağraların bulunduğu
Nineve Dağı önlerine gelirler. Kısa bir süre sonra iki taraf birbirleriyle
buluşur bir noktada. Hemen cenk edilmez. Sultanın askerleri atlarından inip
sultanın çadırını hazırlamaya başlarlar. Kürtler ise asırlardan beri
kendilerini güvenli hissettikleri dağlık ve mağralık bölgeye girip mevzilerini
alırken son hazırlıklarını yaparlar.
Ertesi gün güneş doğmadan mavzerler eteşe hazır hale getirilir, kılıçlar
çekilip bilenir, harp buyruğu beklenir. Hucum emri ile mavzerler ateşlenir,
kelleler havada ucup toprağa doğru inişe geçerken göz gözü görmez, yeri göğü
bir sis, bir duman kaplar. Sultanın askerlerinden akan kan sel olup akar gider.
Dağa taşa düşer askerler. Öyle saldırır ki Kürtler, gökte uçan kuşlar seyre dalar.
Gizlendikleri mevzilerden üzerlerine gelen sultanın askerlerini birer ikişer
indirirler aşağıya, uçururlar başlarını. Asker ve at kişnemeleri birbirine
karışır. Neye uğradığını şaşıran sultanın askerleri geri çekilmek zorunda
kalırlar. Ama geri çekilirken Kürtler’in bulunduğu bölgeyi bir cember halinde
kuşatmayı da ihmal etmezler.
Dört ay sürer askerlerin kuşatması. Boyun eymez Kürtler. Mevzilerini
korumayı başarırlar. Dört aylık kuşatmadan bir sonuç alamayınca sultan
komutanlarını çağırıp, „Kürtler bize karşı dört aydan beri cenk ediyor. Bunlara
dışarıdan yardım da gelmiyor. Erzakları çoktan tükenmiş olması gerekiyordu. Ama
bu adamlar hala bize karşı direniyorlar. Nasıl oluyor bu? Siz bu kadar mı
beceriksiniz?“ diye kızar bağırır komutanlarına.
Sultanın bu konuşması Alaaddin ve Mübarek’in kulağına kadar ulaşır. Hemen
bir plan hazırlar iki kardeş. Mübarek’in dişi atından şağdıkları sütü sultana
gönderirler bir elçiyle. Elçi, el etek öpüp verir sütü sultana. Alaaddin ve
Mübarek‘in selamlarını da iltir. Elçinin getirdiği sütü gören sultan
komutanlarını toplayıp, „dört ay oldu bu çapulcu sürüsünü hala dize
getiremediniz. Bende erzaklarının tükendiğini zannediyorum. Bakın ve utanın!
Adamlar bana süt gönderme cesaretinde bulunuyorlar. Nedir bu rezillik?“
diye komutanlarına çıkışır, kellelerini uçurmakla tehdit eder.
Efendim biz uzatmayalım sözü…….. Sultanla komutanları arasında bu
konuşma süre dursun. Gelin biz Alaaddin ve Mübarek’in süvarileri ile neler
yapıyorlar bakıp öğrenelim.
Alaaddin ve Mübarek, Botan’daki Kürtler’e bir haber uçurup „Dağın
altından bulunduğumuz yere doğru bir tüzel kazmaya başlayın. Biz de buradan
kazmaya başlıyoruz. Yolu yarıladığımızda dağın tam ortasında buluşuruz. Orta
yerde birbirimize kavuştuğumuzda dağın altında gizli bir tünelimiz olur. Bu
tünel sayesinde ihtiyacımız olan herşey sağlanır.“ derler. Bu haberin
ulaşmasıyla Botanlı Kürtler dağın altından bir tünel kazmağa başlarlar. İki
taraftan başlatılan tünel çalışmaları kısa bir sürede sonuçlanır. Dağ dağa
kavuşmaz derler. Kürtler, dağları delip birbirine kavuşurlarken sultanın
askerlerine karşı üç yıl daha cenk ederler. Üç yıl sonra Kürtler’i dize
getiremiyeceğini anlayan sultan vezirini çağırıp, „Biz bu Kürtler’i dize
getiremiyoruz. Bir elçi gönderip sulh istediğimizi iletin“ diye emir verir.
Vezirin bulduğu elçi hemen giyinir kuşanır elinde beyaz bir bayrakla Kürtler’in
bulunduğu yere gider. Sultanın elçisi iki kardeş tarafından konuk edilir,
ikramda bulunulur. Bir okka tütün doldurulan lülelerden dumanlar yükselirken
gelinir ana konuya.
Elçi; „Sultanımız savaşa son verip sizinle sulh antlaşması imzalamak
istiyor“ der.
Alaaddin ve Mübarek kendi aralarında yaptıkları kısa
bir müzakereden sonra sultanın elçisini dönüp, „Sultanın sulh
antlaşmasını kabul ediyoruz ama Osmanlı yiğitlik bilmez, hilesi, yalanı, dolanı
boldur, sultanına bunları ilet, biz bu anlaşmayı kabul etmiyoruz.“ derler. Elçi
bir solukta koşar gelir sultanın yanına. El, ayak öpüp bir bir anlatır
kendisine söylenenleri. Sultan vezire; „Git söyle onlara, onlarla benim aramda
bir Allah var. Eğer bana güvenmiyorlarsa Allaha güvensinler.“ der. Sultandan
aldığı emirle doğruca Kürtler’in yayına giden elçi anlatır sultanın istek ve
dileklerini. Allahın bir buyruğu olarak kabül görür sultanın bu isteği Kürtler
arasında. Elçiye „Tamam sultanın teklifini kabul ediyoruz. Git söyle
sultanına yarın sulh antlaşması imzalayalım“ derler. Haberi hemen sultana
ulaştırmak isteyen elçi, bir solukta kendini sultanın yanında bulur.
Sultana anlatır bir bir Kürtler’in sulha evet dediklerini..... Bir anda herkes
duyar haberi. Dağ taş insanla dolar. Davullar zurnalar vurulurken, tutsaklar
karşılıklı salıverilir. Koyunlar kesilir, askerler birbirlerine sarılır.
Kebaplar şişler yanar. Cıvıl cıvıl olur bir anda cenk meydanı. Sultanda
Kürtler’in gizlendiği Ninova Dağı’ndaki tarihi kalıntı ve mağraları merak edip
gezmeye başlar. Uzun bir süre kendilerine karşı koyan Kürtler’in kaldıkları
yerleri teker teker gezer. Uzun zamandan beri kendisini meraktan
çatlatan sırrı öğrenmek için sorar; „Bize karşı üç yıl cenk ettiniz. Ekmek
ve sularınızı nereden temin ettiniz?“ „Gelin size gösterelim, dağın altında
neler yaptığımızı.“ diyerek gururlu bir şekilde gizli tüneli sultana
gösterirler Alaaddin ve Mübarek. Yapılanlar karşışında şaşkına dönen sultan bir
süre sessiz bir şekilde sağa sola bakmakla yetinir. Sonra Alaaddin ve Mübarek’e
dönerek, „Demek savaşı kaybetmeniz halinde buradan kaçacaktınız“ der. Sultan,
iki kardeşi ertesi gün çadırında beklediğini söyleyerek ayrılır yanlarından.
Ertesi gün sultanın huzuruna çıkan iki kardeş törenle karşılanır. Sultan, iki
kardeşe kırk katır, kırk deve yükü mal, para, kumaş hediye ederken , „Bundan
böyle Kürdistan’ı siz yöneceksiniz“ der. Sultanın geriye dönüş emri
üzerine hazırlıklar sürerken Kürtler’de dağın altında açtıkları gizli tüneli
taşlarla kapatırlar. Botan’a sultandan aldıkları yetkiyle geri dönen iki
kardeş, bağırtkanlar ve çağırtkanlarla yediden yetmişe, büyükten küçüğe
haber salıp, tüm Kürdistan üzerindeki salahiyeti ellerine aldıklarını, doğumdan
ölüme kadar mertlerin, yiğitlerin, doğruların ülkesi olan Kürdistan için
çalışacaklarını duyururlar.
Musul’da bıraktıkları kızkardeşleri Gülcan’ı da yanlarına alırlar.
O günden bu güne Kürdistan’ı yönetenler, hüküm sürenler, at koşturanlar, Alaaddin ve Mübarek’i anmadan onların ruhuna bir
fatiha okumadan işlerine güçlerine başlamazlar, onların isimlerini zirk etmeden
geçen güne gün demezler.
Kaynak: Halk Dilinde Eski Kürt
Öyküleri - Augen PRYM und Albert SOCIN, Sagen und Märchen aus dem Volksmunde.
Göttingen 1881