Gecenin
görev dağılımı yapılıyor. Payıma düşen görevler:
25
yıl önce kurulan TÜDAY'ın 25. yılını, 8-10 dakikalık bir sinevizyonla anlatmak.
İkinci görevim ise yurt dışında yaşayan yazarların geceye katılımı sağlamak.
İmzaları ile insan haklarına destek vermeleri ve okuyucularıyla buluşturmak.
Yurt dışında yaşayan yazarların bu girişime destek vereceklerini biliyorum. Ama
yazarlara ulaşmak gerek. İlk temasım Selma Metin ile oluyor. Heyacanlanıyor
Selma. Hemen işe koyulup yazarların bir listesini gönderiyor. Liste karşılıklı
gidip geldikten sonra yazarları teker teker arayıp insan hakları mücadelesinde TÜDAY’ın
yanında olmalarını, kitap ve imzaları ile destek vermelerini istiyorum. Büyük
bir bölümü tereddütsüz evet diyor, gelemeyenler, Türkiye’de olanlar derin
üzüntülerini aktarıyor.
"İnsan
hakları ihlalleri hep olacak. Son yıllarda daha da azgınlaştı. Siz yazarlara
sürekli ihtiyaç var. O nedenle bir sonraki etkinlikte görüşmek üzere" diye
üzüntülerini kabul ediyorum.
Desteklerinden
dolayı Selma’ya kocaman TEŞEKKÜRLERiMi iletiyorum.
Yazarlar TÜDAY'a Kitap
ve İmzalarıyla Destek Verdiler:
Geceye
katılan yazarlar teker teker gelmeye başladı. İlk gelen Metin Ayçiçek. Onu
Kemal Yalçın izliyor. Kemal Yalçın çok çalışkan bir yazar. Kitapları beklediğimizden
fazla. Kemel Yalçın’a daha geniş bir yer ayarlanıyor. Gece başlamak üzere.
Ethem Xemgin, Haydar A. Avcı, Ezeli Doğanay, Yusuf Köşe, Ufuk Bektaş Karakaya
ve Oktay Duman yerlerini alıyorlar. Solingen’den Şirin Aydın geliyor kendini
tanıtıyor. Ne güzel. Okunmaya değer şiir kitapları var. 20-30 yıldır şiir
yazıyormuş. Ona da bir yer buluyoruz. Mutlu oluyor. Onun mutluluğu bizi
onurlandırıyor. „İyi ki geceye gelmişim“ diyor bizlere dönerek. Başımızla
onaylıyoruz. „Hoşgeldin“ diyoruz.
Derviş
edasıyla Zeynel Gül merdivenlerin başında görünüyor. Elinde kitapları masaya
bırakıyor. „Alan olursa 5 Euroya satarsınız. TÜDAY´a katkı olur“ diyor.
Yazarlarımız bir tek imzalarıyla değil, tüm olanaklarıyla insan hakları
mücadelesine omuz veriyor. Geceden bir hafta önce TV 10`da Zeynel Gül, sunduğu
programda geceyi tanıtıyor ve TÜDAY`ı masaya yatırıyor. Konuklarıyla TÜDAY
tartışıyor. İnsanlara umut taşıyor aslında, o büyük yüreğiyle.
Kocaman
TEŞEKKÜRÜM Zeynel Gül’e gidiyor. İyi ki varsın Zeynel.
Geceden
bir kaç gün önce: Selma arayıp Yusuf Köse ve Hacer Arıkan gelemiyor diyor.
Kaygılanıyorum. Neden acaba? ’’İstersen bir de sen ara sor. Belki ikna
edersin’’ diyor. Hacer`i arıyorum. Sesi biraz durgun. „Hastayım, kendimi iyi
hissetmiyorum. Eğer yarın kendimi iyi hissedersem severek gelirim“ diyor.
„Geçmiş olsun Hacer Arıkan. Yüreğin bizimle biliyoruz. Olsun sen gelmesen de
mutlaka kitapların gelecektir“ diyorum. Gerçekten de kitapları geliyor. Kitap
standında okuyucularıyla buluşuyor.
Yusuf
Köşe`yi arıyorum sonra. „Adım listede yok!“ diyor. Bakıyorum gerçekten yok.
Benim ayıbım. Yazmayı unutmuşum. Hızlı bir şekilde ekliyorum, hemen
paylaşıyorum Yusuf Köse`nin ismini. Geliyor Yusuf geceye. O kalender havasıyla
kendisini sevdirmesini biliyor. Onun da yüreği kocaman. Gecenin sonunda geri
kalan kitaplarını TÜDAY`a katkı sunması için bırakıyor.
Sana
da kocaman TEŞEKKÜRLER Yusuf. İyi ki varsın.
İlgi Görmeyen Kitapların
Hüznü:
Gecenin
ilerleyen saatlerinde yazarlar kendi aralarında sohbet ediyorlar. Bir şeyler
yolunda değil! Tam tersi olmalı. Yazar ve okuyucular sohbet etmeli diye
düşünüyorum. Yaklaşıyor ve soruyorum: „Kitap satışları nasıl gidiyor?“ diye.
„Kitap satılmıyor. Kimse okumuyor“ diye isyan ediyorlar. „Bak“ diyorlar.
„Geceye katılanlar ile kitap standları arasında bir metre mesafe var! “
Bu
belirlemeye katılmamak mümkün değil! Benim kitaplarıma olan ilgi de az. Ne
yapmalı diye düşünüyorum ve gecenin ardından şu sonuca varıyorum: Sunum farklı
olmalı. KİTAP, YAZAR, OKUYUCU üçgenini yeniden tanımlamalıyız. Yazarları bir
ipe dizer gibi tek sıra halinde dizmemeliyiz. Okuyucunun değil, yazarın
okuyucuya gitmesini sağlamalıyız.
İstanbul
İstiklal Caddesi`nde şiir kitabını imzalayan bir şairle tanışmıştım. „Şiir
kitaplarımı sokakta imzalıyorum“ diyordu. „İlgi var insanlar okumak istiyor,
kitap da alıyorlar“ diye de eklemişti ardından.
Bir
sonraki etkinlikte KİTAP, YAZAR, OKUYUCU üçgeninin farklı sunmanın beyin
fırtınası yapılmalı. Bu üçgeni yeniden tanımlamaya hazır yazarların olduğunu
biliyorum. Bunların başında Ali Haydar Avcı geliyor. Selma Metin`de bu yeni
tanımlamaya heyacanla katkı sunmak istiyor. İstersek “YAPARIZ” diyor Selma.
Bencede “Yaparız Selma” diyorum. “YAPARIZ....” İlgi görmeyen kitapların hüznünü
yaşamak istemeyenlerin bu yeni yapılanmaya destek vereceklerini de biliyorum.
Yeterki doğru adımlar atalım. Bunun mini adımları gecede kısıtlı olsa da
atıldı. Önümüzdeki günlerde bu konu ile ilgili bilgilerin, adımların Ali Haydar Avcı tarafından aktarılacağı
sinyali de verildi.
Haydi
Ali Haydar Avcı, dök bakalım yüreğindeki beynindeki taşları.
25 Yılı 10 dakikalık
Sinevizyona Sığdırmak:
Gecede
yaşanan zaman darlığından dolayı Erdal Şahin, Oktay Duman ile birlikte
hazırlamış olduğumuz; 25. YIL TÜDAY sinevizyonu gösterilemedi! Halllywood
tabiri ile vizyona giremedi. Olsun! Dünya batmadı ya. İsteyenin izleyebilmesi
için TÜDAY`ın sayfasına yükledik. Oradan izlemek mümkün. Sinevizyonun alt
yapısı ve metnini ben hazırladım. Erdal Şahin, sinevizyonun tüm teknik alt
yapısında becerisini ortaya koydu. Seslendirmeyi düzgün Türkçe ve ipek sesiyle
Oktay Duman yaptı. Ortaya iyi bir çalışmanın çıktığını düşünüyoruz.
Değerlendirme izleyicilerin. Şu ana kadar izleyenlerin geri bildirimine göre
iyi olmuş. Her ikisine de kocaman TEŞEKKÜRLER. Erdal Şahin ayrıca geceye o
güzel ezgileriyle destek verenlerden biriydi. Oktay ise TÜDAY`ın vazgeçilmez
aktivistlerinden. O’na ne kadar TEŞEKKÜR etsek azdır.
Bu Makalenin En Çan
Alıcı Yanı Şimdi Yazacaklarım Olsa Gerek: Sinevizyonu
hazırlamak için TÜDAY`ın 25 yıllık arşivini taradım ve şu tesbiti yaptım. TÜDAY
aktivisleri Kürt mücadelesine sınırsız destek vermişler. Bu çok yerinde bir
destek. Ermeni sorununa parmak basmışlar. Bu da çok iyi. Ama Alevi toplumu için
malesef elle tutulur hiç birşey yapılmamışlar. 15 yüzyıldan bu yana sürekli
ezilen, toplu katliamdan geçirilen, Yavuz`un zulmünü yaşamış, Çorum`da
kurşunlanmış, Madımak`ta yakılmış Alevi-Kızılbaş-Bektaşi toplumu adına bu
belirlemeyi yapmak beni çok üzdü. Dilerim bundan sonra bu konuda elle tutulur
birşeyler yapılır.
Her Gecede Yaşanan
Bildik Sorunlar - Kulis Bilgileri ve Gecenin Onur Konuğu Naci Sönmez:
Notlarıma
bakıyorum, notlarımda şunlar yazılı:
„Geceye
onur konuğu olarak katılan ve bir döneme damgasını vurmuş, Fatsa’nın Efsane
Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in oğlu, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş
sözcüsü Naci Sönmez, geceye katılanlar tarafından oldukça ilgi gördü. Fatsa
Belediye Başkanı Terzi Fikri’nin oğlu olmanın sorumluluğunu taşıyan Naci
Sönmez, genç yaşından beri politikanın içinde olması ve yeni bir Türkiye inşa etmek için yola çıktığı Yeşiller ve Sol Gelecek
Partisi`adına görüşmeler yapmak için bulunduğu Almanya`da görüşmelerinden
fırsat bulup TÜDAY `a destek vermesi TÜDAY Yönetim Kurulu tarafından büyük bir
saygıyla karşılandı fakat malesef gecede konuşma olanağı bulamadı. Gecenin geç
başlaması ve diğer konuşmacıların sunumlarını uzun tutmalarında dolayı konuşma
imkanı bulamayan Fikri Sönmez`in göstermiş olduğu hoşgörü ise TÜDAY Yönetim
Kurulu tarafından taktirle karşılandı. TÜDAY Yönetim Kurulu, Naci Sönmez`i en
kısa zamanda düzenleyecekleri bir etkinlikte görmek istediklerini belirtiler.“
Naci
Sönmez`in gecede konuşamaması TÜDAY yönetimini çok rahatsız ettiği bilinmeli.
Bu konuda yönetim mutlaka olumlu bir atım atacaktır.
Gecenin
haberini yaparken geceye katılan Rupert Neudeck`in konuşmasının tamanını
vermiştim. Konuşmanın tamamı burada da vermek istiyorum ve sunuma dikkat çekmek
istiyorum. Ömrünü insan hakları mücadelesine adamış olan bu koca çınarın ne
kadar sade ama o kadar da can alıcı bir konuşma sunmuş olduğunu görüyorum. Bu
metin aslında bizlere şunu hatırlatıyor. ’’Bırakın dünyayı başkaları kurtarsın,
biz bir kişiyi kurtarma derdine düşelim, bir kişinin kurtuluşu ikinci kişinin
kurtuluşu anlamına gelir’’
O
nedenle haberde bulunan metni olduğu gibi alıyor ve yazımı burada noktalarken
son olarak teşekkürlerimi göndermek istediğim kurum ve kişileri sıralamak istiyorum.
Avrupa Postası bunların başında gelmekte. Gecenin ilk gününden itibaren sürekli
olarak duyuru ve gecenin haberlerini yaptılar. Adil arkadaşa sevgi ve saygılarımı
gönderiyorum. Sürgünler Meclisi ve Selma Metin, Sürgünde yaşayan yazarlar ile
TÜDAY’ı buluşturdu ve sürekli olarak gecenin duyurusunu yaparken bilet satışına
kadar ilgilendiler. Hepsine teşekkürler. Yol TV ve TV 10 duyurumuzu yaptılar.
Onlara da teşekkürlerimi gönderiyorum. Sunumları Türkçe ve Almancaya çeviren Hülya
Engin ve Adnan Dindar’a, gecenin sunucuları Halil ve Çiller’e, Adem’e, geceyi
akışını koordine eden Dr. Gazi Barut’a, Onur’a, Murat’a, Mustafa’ya, gecenin
sponsorlarına ve Üniversiteli Alevi
gençlere çok çok teşekkürler.
[Rupert Neudeck’ in
sunumu. 26. kuruluş yıldönümüne tekrar çağırın. Mutlaka geleceğim:]
[TÜDAY'ın
kuruluşunun 25. Yılına destek verenlerin başında Almanya`nın tanınmış barış
elçisi, Çap Anamur kurucularından, Rupert Neudeck de vardı. 1979 yılında Bir
grup Almanın Vietnam'da savaştan kaçan insanları kurtarmak için başlattıkları
kampanya sonucunda aldıkları gemiyle, 10.375 insanı kurtarmalarıyla komuoyunda
oldukça ilgi uyandırmıştı.
Rupert
Neudeck, yaptığı konuşmasında şunları belitti:
“İyi
ki TÜDAY var. İyi ki 25 yıldır varsınız. Umarım böyle devam edersiniz. Ve
korkarım ki size, sevgili TÜDAY üyelerine ve dostlarına, ihtiyaç duymaya devam
edeceğiz. Bazı şeyleri görmezden gelemeyiz. TÜDAY 'in kurulduğu günlerden ve 12
Eylül darbesinden –o sıralar birçok TÜDAY üyesi Almanya‘da sürgünde yaşamak
zorunda kalmıştı. Bugün ise bazı şeyler değişti. Kürtlerin artık kültürlerini
ve dillerini gizlemek zorunda kalmamalarını çok olumlu buluyorum. Türkiye’nin
savaştan kaçan Suriyelileri kamplarda yer olmamasına rağmen, kabul ettiğini
kendi gözlerime gördüm. Bunu da olumlu buluyorum. Çok kötü bir rejimden
kaçanlar böylece sınır kapılarından sorun yaşamadan geçerek daha güvenli bir
yere ulaşabildiler.
Türkiye’de Özgürlükçü
Bir Gelenek Yok
Fakat
Türkiye‘de hala Almanya'da olduğu gibi -ki ben bu yüzden Almanya da yaşamayı
seviyorum-özgürlükçü ve cumhuriyetçi bir gelenek yok. Ülkemde polisten yada
herhangi bir devlet dairesinden korkmama gerek yok. Örgütümüzle, daha önceleri
Çap Anamur, bugün ise Grunhelme (Yeşil Kasklar), gerekli gördüğümüz herşeyi
yapabiliyoruz. Hatta hükümetimizin istemediği bazı şeyleri bile yapabiliyoruz.
1979 ve sonraki yıllarda 11344 Vietnam‘liyi son anda Çin´in güneyindeki
karasularından kurtardık. Almanya‘nın Federal ve Eyalet hükümetleri bize engel
olmaya çalıştılar. Ancak özgür Alman toplumu sayesinde başardık.
Geçen
aylarda Türkiye’de, Türkiye-Suriye sınırındaydım. Suriyeliler için kurulan
kampın yakınlarına gelip, Suriyelilerin bu kamplarda nasıl yaşadıklarını
dışardan gözlemlemek istedim. Birden bir polis arabası yaklaştı, iki polis
arabadan atlayıp pasaportlarımızı görmek istediler. Nedenini sordum. Kendi
güvenliğimiz içinmiş. Daha sonra bunların hepsini yazmaya başladım. Bana eşlik eden üç Türk
arkadaşım polisi karşılarında gördüklerinde dönüp kalmışlardı. Dedim ki, farz
edin ki ben bu sokakta yürüyen Alman bir turistim. Avrupa birliğine girmek
isteyen bir ülkede herhangi bir sokakta neden yürüyemeyeceğimi anlayamıyorum.
Yaşananları yazdığımda polis arabalarının plakalarını da yazmıştım. Polislerden
biri öfkelenerek yazdıklarımı almak istedi. Kısacası, ülkenizde çok şey oldu.
Fakat henüz yeterli değil. Demokrasinin yasaları hala uygulanmıyor.
Kısacası,
değerli dostlar, iyi ki TÜDAY var. Umarım geldiğiniz ülkede öyle gelişmeler
yaşanır ki, kurmuş olduğunuz İnsan Hakları Derneği‘ne ihtiyaç kalmaz. Ancak bu
önümüzdeki bir kaç ay içerisinde gerçekleşebilecek bir şey değil. Bu yüzden
lütfen beni TÜDAY ‘in 26. kuruluş yıldönümüne tekrar çağırın. Mutlaka
geleceğim.”]
Ilhami
Yazgan / Köln
iyazgan@web.de