Aylardan Kasım.
Osmanlı-Bosna
Eyaleti`nde Hıristiyan çocukları ailelerinden zorla alan yeniçeriler, çocukları
İstanbul`a götürmek üzere yola koyulurlar.
***********
Ailelerinden
koparılan çocuklardan biri, Şahinoğlu Köyü’nden 10 yasında, esmer bir çocuktur.
Osmanlı, Bayıca adlı çocuğa Mehmet adını verir. Yıllar geçer ve o esmer çocuk
Osmanlı sadrazamı olur! İhtiyarladığında köyünden ve ailesinden zorla
koparılmasının verdiği, acı ve kederi hafifletmek için hırçın, bazen azgın,
çoğu kez de durgun akan Drina Nehri üzerinde bir köprü yaptırmaya karar verir.
Sarp ve ışsız kıyıları, nehrin kestiği yolları köprüyle birleştirme arzusuyla
yanıp tutuşan Osmanlı sadrazamı köprünün
yapımı için Mimar Sinan`ı görevlendirir. Köprü 5-6 yılda biter.
*************
Drina Köprüsü bitiminden yaklaşık 380 yıl sonra, Bosna Eyaleti`ne
yakın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda yer alan Travnik kasabasının Dolaç
köyünde 9 Ekim 1892’de Ivo, adı adlı bir çocuk dünyaya gelir. Ivo, Zanaatkar
olan babası öldüğünde üç yaşındadır. Genç yaşta dul kalan annesi, oğlu ile
birlikte Bosna kasabası olan Visegrad’a, ailesinin yanına taşınır. Ivo, koyu
bir Katolik olan annesi ve halası tarafından yetiştirilir. Çocukluğu ve ilk
gençlik yılları, Drina Irmağı kıyısındaki bu kasabada geçer. Köken itibariyle
bir Hırvat olan Ivo, bir Sırp olarak yaşamayı tercih eder ve ilk okulu
Visegrad’da, liseyi Saraybosna’da, üniversiteyi Zagrep, Viyana ve Krakov’da
okur. Bu üniversitelerde felsefe, Slav tarihi ve edebiyatı öğrenimi görür. 13
Haziran 1924’te “Türklerin Yönetimi Altındaki Bosna-Hersek’teki Kültürel Hayat”
adlı teziyle Graz Üniversitesi’nden felsefe doktoru unvanını alır.
**************
Bayıca`nın
yeniçeriler tarafından yorla İstanbul`a götürülmesinin ardından 500 yıl,
Ivo`nun doğumundan ise 125 yıl geçtikten sonra bir yanı hümanist, diğer yani
Balkan olmasıyla gurur duyan, yetiştiği yörenin masallarını, efsanelerini,
gelenek ve göreneklerini iyi bilen, hatta onları çok ama çok önemseyen, Hırvat
kökenli arkadaşım Sanja ile sohbet ederken 400 yıl Balkanlar‘da hüküm sürmüş
Osmanlı hakkında ne düşündüğünü sordum. Geçmiş zaman, Sanja bana neler söyledi
tam anımsamıyorum. Sohbetimizin ardından sevgili Sanja kısa bir süre sonra
elinde kalın bir kitapla çıka geldi. Hediye ettiği ve okumamı istediği kitap
1961'in yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış olan yazar Ivo Andriç'in 'Drina
Köprüsü' adlı romanıydı. Yaklaşık 500 sayfalık romanı (Almanca) hemen okumaya
başladım. Bir kaç sayfanın ardından kitap ve yazarla ilgili bir makale yazmanın
zorunluğunu hissettim.
Ivo Andriç, 1961
yılında Nobel Edebiyat ödülünü Dirina Köprüsü adlı eseri ile aldı. Diğer
eserlerinin çoğu Almanca, İngilizce, Fransızca İtaiyancaya ve diğer başka
dillere çevrilmiş olup Dirina Köprüsü romanı ile dünyada en çok satılan
kitaplar listesine girmiştir. Edebiyat eleştirmenleri Ivo Andriç‘in eserlerinin
ayrı ayrı güzel olmakla beraber, en ilginç, en önemli ve en güzeli Drina
Köprüsü olduğunda hemfikirdirler. Ivo Andriç bir ara Türkiye’yi de ziyaret
etmiştir. Türkiye ziyareti sırasında Osmanlı’nın kuruluş şehrini merak etmiş ve
Bursa gezisi sırasında: ‘‘Bizim topraklarımızda yıkan, yapan, ilerleyen ve
gerileyen bir kuvvetin yüzyıllar boyunca geçmiş olduğu yolu görmek istedim ve
mümkün olduğu kadar yakından anlamaya özen gösterdim. Bir kuvvetin
yükselmesini, batısını ve bizden neler alıp bize neler verdiğini iyice ölçüp
biçmek istedim.‘‘ diye önemli bir açıklama yapmıştır.
Andriç’in önemli
bulduğum bu açıklaması üzerinde durmak gerekir. Tarihle uğraşanlar, özellikle
Osmanlı‘nın kılıç zoruyla fetih ettiği toprak üzerinde yaşayan halklara toleranslı
davranmadığı bilinir! Bu toleranssızlık hali Osmanlıya olan kini artırdığı gibi
milliyetçi duyguları daha da pekinleştirmiştir.
Andriç, kitabında bu duyguları şu cümlerle çok iyi anlatır: ‘‘Balkan
savaşından sonra yitirilen ülkeler için, Türk gençleri, Müslüman unsurlar ah
vah ederken Bosnalı gençler, Sırp gençleri Viyana, Prag Üniversitelerinde okuyorlar...
Sırplar, Hırvatlar, Slovaklar milliyetçilik fikirlerini geliştiriyor, sosyalist
görüşleri yayıyor, Müslümanlar, Türkler, hâlâ Drina Köprüsüne bakmakta, eski
günleri anmaktadırlar.‘‘
Ivo Andriç
romanında, küçük Visegrad kasabasının Drina Köprüsünün gölgesinde değişimler içersinde aynı kalan âvâre, hülyacı, arı yürekli
Hıristiyan ve Müslüman halklarının altüst oluşlarından, yıkımlarından düşman
işgaline kadar türlü türlü acı belirtileri olan ortak bir kader önündeki
yaşantısında, insani özü anlatıyor. Gerçek bir hümanist olan Ivo Andriç, ayrı soyların,
ayrı dinlerin insanlarını, herbirini kendisinden birer parça sayarak içten bir
sevgiyle kaleme almış.
Yazar, köprü ve kasaba bağlamında tarihsel değişimi irdelerken,
romanı tarihsel ayrıntılarla doldurmaz. Mekân olarak Drina Köprüsü ve Vişegrad kasabası
üzerinde yoğunlaşırken, zaman olarak 400 yıl gibi geniş bir süreyi romanda
anlatır. 400 yıl, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yönetiminde geçen son
birkaç yılın dışında Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında geçer. Romanı
Osmanlı İmparatorluğu’nun bir musahabesi
olarak da görmek mümkün.
Andriç, tarihi
süreç içinde olayların katmanını objektif bir şekilde ortaya koyar. Demografik
yapı yerini zamanla dinsel/ırksal tabakalara bölünmüş bir halk kitlesine
dönüştürür. Çok renkli etnik yapı Müslüman, Hristiyan ve Yahudi insanların
toplumsal ve bireysel ilişkilerine dönüşür. Bu coğrafyanın son yıllık tarihi
ise başlı başına bir kimlik arayışının görüntüsüdür.