Ali Haydar AVCI
Alevi tarihi
ve kültürü ağırlıkla sözlü geleneğe dayanmaktadır. Bu anlaşılabilir bir
durumdur. Çünkü konar-göçer gelenekten gelen toplumsal yapılanmaları ve bu
yapılanmanın ortaya çıkardığı düşünsel algıyla birlikte, bunun başta gelen önemli
sebeplerinden biri de, bu topluma karşı yüzyıllar boyunca kesintisiz süregelen
katliamların yanı sıra, yoğun bir şekilde yazılı kaynakların, belgelerin ve
kayıtların da yok edilmesidir. Öyle ki,
yakın dönemleri bir yana bırakalım, 16. yüzyılda bile Alevilikle -Osmanlı
yöneticilerinin deyimiyle Rafizlikle- ilgili kaynakların toplatılmasına ve imha
edilmesine ilişkin birçok hüküm ve ferman elimizde bulunmaktadır.
“Sözlü gelenek” derken konuyu kısaca
irdelemenin sanırım yararı var. Öncelikle özgürlüğün olmadığı, baskının,
saldırı, talan ve kıyımın alabildiğine yoğunlaştığı, kuşatılan umutların gizli
ve kuytularda boy verdiği yerde, halk en başta sözlü kültürel değerleriyle
konuşur. Benliğine ait bu değerleri “kutsal
bir miras” algısı içerisinde koruma ve geleceğe aktarma gereksinimi duyar. Bir
başka deyişle tarihini ve kültürünü belleğinde saklar. Sözlü gelenek yoluyla,
kuşaktan kuşağa aktararak geleceğe taşır. Alevi tarihinin anlaşılması ve
açıklanması bakımından büyük önem taşıyan bu boyutun ülkemizde yeterince
bilince çıkarıldığını ve değerlendirildiğini söylemek şu dönem için oldukça
zor. Oysa bu boyut kapsamlı bir şekilde değerlendirilmeden, ayrıntılarına
yeterince inilmeden bu toplumun tarihi ve kültürü ne ölçüde açıklanabilir?
Karanlık kalan –ya da karanlıkta bırakılan-, görmezden, bilinmezden gelinen ya
da yeterince açıklaması yapılamayan boyutlara ne ölçüde ışık düşürmek mümkün
olabilir? Bir de bu noktada oluşturulan “yola ilişkin söz dağarcığı”nı, “gizli
simgeler dili”ni ve “anlam yükü”nü de düşünecek olursak konunun ne denli önem
taşıdığı yeterince anlaşılabilir.
Sözlü kültür geleneğinin, günümüzde artık önemli bir alan
olan sözlü tarihe ve tarih içindeki toplumsal konumlanma ve ilişkilerin
açıklanmasına son derece önemli katkılar sunduğu bilinmektedir. Bu noktada “sözlü gelenek” konusunu biraz daha açmak sorunun
kavranması açısından yararlı olacaktır. Öncelikle nedir sözlü gelenek? Bu
kısaca, değerlerin yaratılma ve yayılmasının “söz”e dayanıyor olması şeklinde
yanıtla-nabilir. Bu bağlamda konunun ayrıntılarına inecek olursak sözlü geleneğin
temel özellikleri genel anlamda; 1.
değerler oluşumunun sözlü yaratılması, 2.
sözlü anlatım ve sözlü çalıp söyleme, 3.
bellekte taşıma ve sözlü aktarım, 4.
sözlü yayılma şeklinde belirlenebilir. Sözlü gelenek, kaçınılmaz olarak bu
alanda yaratılan değerlerde değişim ve koşullara uyarlamanın yolunu da açar.
Bu
gerçeklikler dikkate alındığında önemli bir tarihsel mirasın temsilcisi ve
taşıyıcısı olarak Alevi toplumunun tarihi ve kültürünün geniş alanlara ve
toplumsal bilince taşınması, yeterince anlaşılmasının sağlanması ve nesnel
zemine oturtulabilmesi açısından, bu alanda yapılmış çalışmaların gün ışığına
çıkarılması ve değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle konuyla ilgili yapılmış her türden
bilimsel çalışmalara, araştırma ve incelemelere çokça gereksinim duyulduğu
açıktır.
Ciddi bir
gereksinim olarak karşımıza çıkan bu eksikliği dolduracak çalışmaların büyük
bir bölümü geçmiş yüzyıllarda ve günümüzde Batılı bilim insanları
(Orientalistler), araştırmacılar, yazarlar ve gezginler tarafından gerçekleş-tirilmiştir.
Fakat bunlar genellikle Batı dillerinde (Almanca, İngilizce, Fransızca, Latince
ve İtalyanca) yayınlanmıştır. Bunların gün ışığına çıkarılması ve
değerlendirilmesi önemli bir zorunluluk olduğu gibi, bunu gerçekleştirmek aynı
zamanda bu alanda yapılabilecek büyük bir hizmettir.
Günümüzde toplumların,
yarattıkları değerlerle, evrensel kültür ve gelişmelere, -yani bir anlamda
insanlığın yaşamını kolaylaştıran ve geliştiren gelişmelere- sundukları
katkılarla öne çıktıkları ve aynı oranda etkin ve saygın topluluklar oldukları
görülmektedir. Alevi toplumu geçmişinden gelen evrensel boyutlu oldukça geniş
bir düşünsel birikim ve kültürel mirasın sahibi olmasına karşın, bulundukları
coğrafyada ortaya çıkan iktidar sahipleriyle yaşadıkları çelişki ve
çatışmaların –ve uğradıkları ağır kıyımların- sonucu ve bu bağlamda ortaya
çıkan kimlik sorunlarının bir uzantısı dâhilinde bunları evrensel değerler
potasına, bir başka deyişle toplumların düşünsel birikimine katkı olarak sunamadılar. Bir
bakıma bu değerlerin bilince çıkarılmasının ve evrensel boyutlara taşınmasının
her dönemde yoğun biçimde engellendiğini de söylemek olanaklı.
Yalnız bu noktada bir gerçekliğin altını çizmek gerekir.
Her ne sebeple olursa olsun, kültürlerini evrensel düzleme taşıya-mayan ya da
evrensel değerleri yakalayamayan toplumların alt kültür grupları ya da geri
kalmış topluluklar olarak kalması kaçınılmazdır. Bu doğal bir durumdur.
Oysa ki Alevi toplumunun kültürü ve yarattığı değerler sistemi değindiğimiz
gibi çok ciddi evrensel boyutlar içeriyordu. Bu değerler barışçıldı,
insancıldı, eşitlikçiydi, her türlü baskı ve zorbalığa karşıydı, insanın
mutluluğundan yanaydı. Kendi deyimleriyle yetmiş iki milleti bir gözle görür,
emeği ve insanı kutsal sayardı. Her canlıya, her nesneye derin bir saygı
duyardı. Böyle olmasına karşın bu saydığımız sebeplerden dolayı bu önemli düşünsel
birikim yeterince değerlendirilemedi. Bunun önemli bir eksiklik olduğunu açıkça
söylemek gerekir.
Bu konuyla
ilgili Batılı (genellikle Alman) bilim insanlarının yaptığı çalışmaların (bulunması bir hayli güç olan) bir bölümünü
araştırmacı-yazar arkadaşımız İlhami Yazgan yoğun emek gerektiren bir çabayla
derlemiş ve çevrisini yaparak yayına hazırlamıştır. Emeğinin ve çabasının
anlamı ve önemi büyüktür. Dilerim bu emek ve çaba gerektiği gibi anlaşılır ve
değerlendirilir ve yine ekleyelim ki, önemli boşluğu dolduracak bu çalışmaların
binbir emekle ortaya çıkarılması her türlü övgüye ve teşekküre layıktır. Arkadaşımızı
kutluyorum. İlhami Yazgan’ın başarılarının sonsuz ve yolunun her zaman açık
olmasını, kaleminin her demde yazmasını diliyorum.