9 Haziran 2013 Pazar

’’Hayırlı Olay’’ asla tesadüf değildir!


Yeniceriler
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına paralel olarak Bektaşîlere karşı yönelik yürütülen büyük operasyon sırasında ‘mezhepsizlik, Bektaşîlik ve dinsizlik’le suçlanıp, üyeleri sürgüne gönderilmiştir...’’XVI. yüzyıl sonrası ’’Sünnilik’’ Osmalı’nın resmi ideolojisi haline dönüşüp XVII. Yüzyılın sonlarından itibaren Nakşilik hakim tarikat olarak iktidarı ele geçirince yeni bir dönemin de kapısı aralanır: Bütün ’’kapıkullarına’’ rağmen Osmanlı’ya yar olmayan Yeniçerilerin tasfiye edilmesi ve Bektaşi Babalarıyla birlikte binlercesinin katledilmesi resmi tarihe ’’Vaka-i Hayriye’’ (Hayırlı Olay) olarak geçmesi asla tesadüf değil, uzun yıllara yayılan bir planlamanın neticesidir.



 

Bu plan neticesinde, Yeniçerilerin tasfiye edildiği gibi, sayıları 700 civarında olduğu söylenen ve büyük bir ekonomik güce ulaşmış Bektaşi tekkeleri de tasfiye edilmiş, malları, mülkleri de Nakşi tarikatlarının kullanımına sunulmuştur.’’

Tekkelerle birlikte, Bektaşi Babaları başta olmak üzere, binlerce Bektaşi ve Bektaşiliğe yakın duran kişiler de öldürülmüştür.

Yukarıda Necdet Saraç’ın, Alevilerin Siyasal Tarihi, adlı kitabından yapılan alıntı Türk ve batılı araştırmacılar tarfından da doğrulanır. Bektaşi ve Kızılbaşlık konularında 1900’ un başlarında Almaya’da ilk çalışmaları başlatan Dr. Georg Jacob, bu konuda şu belirlemeyi yapar:

’’1826 yılında açımasız bir şekilde Yeniçerileri ortadan kaldırın Osmanlı Padişahı II. Mahmut, hızını alamayıp Yeniçerilerin manevi dünyalarını besleyen Bektaşilere yönelip derğahları kapatmıştır. Üssi-i Zafer adlı kitabın yazarı Hoca Esad Efendi, kitabında ortaya atmış olduğu iddialarda, Bektaşiliğin kafir ve sapkın bir mezhep olduğu vurgular ve ortadan kaldırılış nedenlerini sıraladıktan sonra şunları yazar; ‘‘II. Mahmut yayımladığı fermanla Bektaşilere karşı bir dizi önlemler aldığını duyurdu. Bu ferman, üst düzeyde önemli devlet adamlarının katıldığı toplantıdan sonra yayımlanmıştır. Toplantıya katılanlar arasında eski ve yeni sadrazamlar eski ve yeni şeyhülislamlar, devlet riçalinden meşrevete memur olanlar ve dönemin tarikat şeyhleri katılmıştır. İstenen düzenlemeyi uygulamak için de Mirasker Ali Bey, dönemin Şeyhülislamı tarafından seçilen Seyyid Ali Remzi Efendi görevlendirilmiştir.‘‘

Bir çok Bektaşi Derĝahı, ki bunların sayıları İstanbul`da 14’e yakındı, yıkılıp yerle bir edildi. Yanlızca Bektaşi mezarlıkları bu yıkımın dışında kaldı.

Bektaşi babalarının bir kısmının hayatları bağışlandı ama yaklasık 200 Bektaşi babası Anadolunun çeşitli yerlerine sürgün edildiler. Sürgün yerleri ağırlıklı olarak Osmanlı memurları müftü ve kadılar tarafından kontrol edilen yerlerdi. Sürgüne gönderilenlerin çoğu daha gidecekleri yerlere ulaşmadan yollarda boğazlandılar. Bunlar arasında bulunan tarihci, İstanbul Eyüp‘de kadılık yapmış Şanizade Mehmet Ataullah Efendi de vardır. Şanizade Mehmet Ataullah Efendi 1829 yılında Aydın‘ın kuzeyinde bulunan Tire kaşabasında üç Bektaşi babasıyla birlikte ulu orta idam edilmişlerdir.’’

Peki kimdir bu planları yapanlar?

Bektaşiliğe karşı olan bu kin nereden beslenmektedir?

Peki öldürülenler?

Öldürülenler kimdir?

Tümü Bektaşi midir?

Bektaşiliğe ilgi duyanlar. Yakın duranlar. Bu katliamdan nasıl etkilenmişlerdir?

Peki planları yapanlar! Kimdir bunlar? Yağma ve yıkımdan sonra nasıl ödüllendirilmişlerdir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün!

Soruları çoğaltmadan planları yapan kişi ile mağdur olan kişiyi biraz yakından tanımaya çalışalım.

Necdet Saraç yukarıdaki belirlemesinin altını çizerek; ’’Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay) asla tesadüf değil, uzun yıllara yayılan bir planlamanın neticesidir’’ diyor.

Yaşananlar gerçekten asla tesadüf değil! mi?

Bunlar uzun yıllara yayılan bir planlama! mı?

Bakalım;

’’Vaka-i Hayriye’’yi planlayanların başında Hoca Esad Efendi gelmektedir.

Hoca Esaf Efendi (1789 – 1848). İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed’dir. Sahhaflar Şeyhizâde diye bilinir. Arapkirli Sahhaflar Şeyhi diye tanınan Hacı Ahmed Efendinin oğludur. İlk dersi babasından görmüştür. Müderrislik ve meşihat mektupçuluğu yaptığı dönemde, Sultan Mahmud’a Üss-i Zafer adlı bir çalışma sunmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti tarihinin önemli olgularından olan Yeniçeri Ocağı’nın neden kaldırılması gerektiğini anlatan bir eserdir. Hoca Esad Efendi, taraf olarak olayların içinde yer almış ve olayların dozunun artırılması için saray hizmetinde bulunmuştur. Hoca Esad Efendi, eserine Bektaşilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin bir de başlık koymuştur. Bu başlık;

“Zındık, Mülhid yapılı Bektaşilerin izalesi ve İslam beldelerinin aşağılık sapık topluluklardan tasfiye edilmesi beyanındadır”, şeklindedir.

Hoca Esad Efendi, Üss-i Zafer’i yazdığı dönemde müderrislik ve meşihat mektupçuluğu görevindedir.

Aynı dönemde tıp, tarih, matematik, edebiyat ve coğrafya alanında eser çeviren ve yazan, daha çok Osmanlı-Türk tıbbının çağdaşlaşmasındaki öncü rolü ile tanınan, Avrupa tıbbına ait bilgileri Osmanlı’ya aktarmak üzere Almanca’dan çevirdiği beş ciltlik eserin 1820 yılında tek cilt olarak basılan ilk üç cildi; Osmanlı Devleti’nde basılan ilk tıp kitabı olan Şanizâde Ataullah Efendi vak’anüvislik (devletin resmî târihçisi) görevini yürütmektedir.

Şânizade Mehmet
Ataullah Efendi
Şânizade Mehmet Ataullah Efendi (d. 1771- ö. 1826), XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nda yetişmiş önemli bilim adamlarından biri sayılmaktadır.

“Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi” adlı cemiyetin içinde de yer alan Şânizade, bilim ve kültürün çeşitli alanlarında isteyenleri eğitmek üzere toplanan bu cemiyette fen dersleri de vermiştir. Cemiyet, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına paralel olarak Bektaşîlere karşı yönelik yürütülen büyük operasyon sırasında ‘mezhepsizlik, Bektaşîlik ve dinsizlik’le suçlanıp, üyeleri sürgüne gönderilmiştir.

Sürgüne gönderilen üyelerin arasında Şânizade Mehmet Ataullah Efendi de vardır. Bektaşi olduğu öne sürülerek vak’anüvislik görevinden azledilmiştir.

Şânizade Mehmet Ataullah Efendi vak’anüvislik görevinden azledildikten sonra onun yerine kimin atandığını biliyor muyuz?

Bu sorunun cevabını Alman Türkolog Dr. Georg Jacob, Beiträge zur Kenntnis des Derwisch-Ordens der Bektaschis 1909’ adlı çalışmasının giriş bölümünde söyle veriyor: ’’Vak’anüvislik görevinde bulunan Şânizade, Bektaşi olduğu öne sürülerek görevinden alındı ve idam edildi. Ondan boşalan Vak’anüvisliğe Hoca Esaf Efendi geçti.’’

Bugün Alevilerin, Bektaşilerin, Kızılbaşların başına gelen yeni ’’Vaka-i Hayriye’’ler asla ama asla tesadüf değildir!

Bunlar uzun yıllara yayılan planlardır.

186 yıl önce yaşanan ’’Hayırsız Olay’’ gibi…

Köln 13.02.2012

İlhami Yazgan