9 Haziran 2013 Pazar

Bota'nın Yiğitleri

Botan, güçün ve isyanın simgesi olmuştur her zaman. Bağrından nice yiğitler, ölümsüz kahramanlar çıkmıştır. Botan’dan çıkan yiğitler kılıç sallayıp at koştura dursun, biz dönelim öteye, kulak kabartalım, seslerine ses verelim. Bakalım, görelim neler olmuş Botan’da?

Ucu bucağı olmayan bir yerdi Botan. At binip dolaşsan 40 yıl sürerdi. Botan’da yaşayan insanlar, öyle maârif, öyle kudretli, öyle yiğit, öyle direngen diler ki, orada yaşayan yiğit sayısını ancak mevlâ bilebilirdi. Bir zamanlar adları şanları tüm ülkeye yayılmış Alaaddin ve Mübarek adında iki kardeş, işte bu ucu bucağı olmayan Botan’da yaşıyorlardı. Yaz kış yaşadıkları evleri ise, göğe varan karlı dağların doruklarındaydı. Gülcan adında bir de dünya güzeli kızkardeşleri vardı. Dağların karlı doruklarını mesken edinmiş bu üç kardeş, Osmanlı sultanına karşı geliyor, sultanın fermanlarını tanımıyor onun emir kulları olan Cizre Beyliğine karşı duruyorlardı....

 




Bıkmıştı Cizre Beyliği bu yiğit kardeşlerden, baş edemez olmuştu. Yine iki kardeşin saldırılarının sıklaştığı bir dönemde Cizre Beyliği toplanıp karar aldı.

Derelerden yel gibi esen, tepelerden sel gibi akan bir atlıyla haber uçururdular  sultana. El etek öpüp sultanın huzuruna çıkan haberci anlatı bir solukta olanları. Bire bin katıp; soyguncu, vurguncu, yolları kesen, öldüren, uçan kuştan haraç alan eşkiya diye gammazladı iki kardeşi.   Bunu duyan sultan öyle bir gürledi, öyle bir kalktı ki yerinden, yer yerinden oynadı. Vezirini çağırıp, „Hazırlayın bir ferman, hemen terk etsinler Botan’ı“ diye emretti.
Botan’daki evlerini barklarını geride bırakan iki kardeş, dillere destan olan, yürekler hoplatan güzel kızkardeşlerini de yanlarına alıp Musul’a yerleşirler. Musul’da bulunan Rus şehbenderiyle temas edip  „Biz sultana karşı cenk etmek istiyoruz, bize silah temin“ edin diye bildirdiler. Rus şehbenderi iki yiğit kardeşin isteğini geri çevirmez. Silahları temin eden Alaaddin ve Mübarek bir sabah kız kardeşlerini Mosul’da bırakıp Botan’a doğru yola koyulurlar. Cizre’ye geldiklerinde çoşkuyla karşılanan iki kardeş Kürt Ağaları’na haber salıp bir araya gelmelerini isterler. Haberi alan ağalar hemen bir araya gelip büyük bir merakla sorarlar. „Bizleri neden topladınız yiğitler?“


„Bağdat’da bulunan dinsizleri öldürmek için eli silah tutan herkesi toplayıp süvari alayı oluşturmak istiyoruz. Ne dersiniz bu işe?“ diye sorar iki kardeş. İtirazlar, karşı çıkmalar, yer yer direnmeler başlar hemen ağalar arasında. „Hayır, biz bu işte yokuz, Bağdat’la işimiz yok bizim. Cenk edeceksek sultana karşı edelim. O‘dur bize zülm eden, varımızı yoğumuzu elimizden alan“ derler. „Haydi bize eyvallah“ deyip terk ederler birer birer toplantıyı. İki kardeş hemen sözü alıp, „durun ağalar, beyler daha sözümüz bitmedi, son sözümüz söylenmedi.“ diye geri dönmelerini isterler ağaların. Gitmeye yeltenen ağaları yatıştırıp tekrar yerlerine oturmalarını sağlarlar. „Bizi dinleyin ağalar; biz de zaten sizin gibi düşünüyoruz. Biz sizi sadece sınamak istemiştik“ derler.

Anlatırlar tane tane ne yapmak, ne etmek, ne eylemek istediklerini. Bu işin hiçte zor olmadığını söylerler ağalara. Sultanın zülmünden, özgür yaşamanın yüceliğinden bahsederler. İki kardeşin bu konuşmalarından sonra ağalar kuş gibi uçarlar geldikleri yerlere. Hemen ertesi gün çığırtkanlar, bağırtkanlar düşer yollara. Yediden yetmişe, büyükten küçüğe herkese duyururlar Kürt ağaların buyruklarını, ortak tavırlarını. Atlar çekilip, kılıçlar bilenir. Mavzerler kılıflarından çıkarılıp yağlanır. Cenk buyruğu verilir Botan’da.

Binlerce atlı ve yayadan oluşan silahlı Kürt süvariler Cizre’nin boş alanında toplanırlar kısa zamanda. Tarla, toprak saray, maray, ev, hamam, konak monak ne varsa..... yerle bir edilecektir.  ilk saldırı emri verilir. İlk saldırı hükümet konağına yapılır. Hükümet konağından kaçmayı başaran bir kaç insanın dışında 40 tanesi esir alınıp öldürülür hemen orada. Dağ taş insan sesleriyle inler. Yerde, açıkta derede, tepede, meydanda, konakta başlar bir kovalamaca... Daha sonra bir noktada toplanan Kürt süvariler iki kola ayrılır. Bir kolun başında Müberek diğerinde ise Alaattin vardır. İki koldan talana devam edilir.

Cizre’yi yerle bir eden Kürt süvariler, atlarını sürerler Midyat’a. Midyat’da taş üzerinde taş komazlar. Şehir yerle bir edilir. Kürtlere direnemeyen sultanın adamları  şehri boşaltırlar, kaçarlar dağlara doğru! Kürtlerin elinden kurtulabilen bir kaç kişi yalınayak, yarı çıplak düşer yollara. Bir kaç gün yol alırlar aç susuz. Gelirler Istanbul’a... Saç sakal, giyim, kuşam, perişan bir halde, yırtık pırtık elbiselerle çıkarlar sultanın huzuruna. El etek öpüp anlatırlar başlarından geçenleri. Kendilerine yapılan zülmü... Anlatırlar Kürtler’in soygununu, vurgununu, yol kesmelerini, bel bükmelerini.... Sultan, sert ve aşık yüzüyle anlatılanları dinler sessizce. Daha anlatılanlar bitmeden yerinden kalkıp gürler vezirine, „Toplayın hemen seçme yiğitleri, koyun yola yirmi bin atlı, yirmi bin yaya.“ der. Vezir el ayak öpüp koşar askerlerin yanına. Askerlerin hemen toplanıp yola çıkmasını emreder.

Osmanlı askeri Musul’a doğru yol alıp dursunlar biz bakalım Kürtler’in tarafına, onlar ne yapar ne eder bu arada;

Sultanın Musul’a doğru yirmi bin atlı, yirmi bin yaya askerle yola çıktığını duyan Alaaddin ve Mübarek, hemen Kürt süvarileri toplayıp sultan ve askerlerinin yola çıktıklarını duyururlar. Söz ikilenmeden Botan’ı ele geçirmenin verdiği güçle sultanın askerlerine karşı cenk etmek, onları da dize getirmek için Musul’a doğru yola çıkma kararı verirler..  Bir kaç gün yol, konaklama  monaklama derken, eski tarihi kalıntı ve mağraların bulunduğu Nineve Dağı önlerine gelirler. Kısa bir süre sonra iki taraf birbirleriyle buluşur bir noktada. Hemen cenk edilmez. Sultanın askerleri atlarından inip sultanın çadırını hazırlamaya başlarlar. Kürtler ise asırlardan beri kendilerini güvenli hissettikleri dağlık ve mağralık bölgeye girip mevzilerini alırken son hazırlıklarını yaparlar.

Ertesi gün güneş doğmadan mavzerler eteşe hazır hale getirilir, kılıçlar çekilip bilenir, harp buyruğu beklenir. Hucum emri ile mavzerler ateşlenir, kelleler havada ucup toprağa doğru inişe geçerken göz gözü görmez, yeri göğü bir sis, bir duman kaplar. Sultanın askerlerinden akan kan sel olup akar gider. Dağa taşa düşer askerler. Öyle saldırır ki Kürtler, gökte uçan kuşlar seyre dalar. Gizlendikleri mevzilerden üzerlerine gelen sultanın askerlerini birer ikişer indirirler aşağıya, uçururlar başlarını. Asker ve at kişnemeleri birbirine karışır. Neye uğradığını şaşıran sultanın askerleri geri çekilmek zorunda kalırlar. Ama geri çekilirken Kürtler’in bulunduğu bölgeyi bir cember halinde kuşatmayı da ihmal etmezler.

Dört ay sürer askerlerin kuşatması. Boyun eymez Kürtler. Mevzilerini korumayı başarırlar. Dört aylık kuşatmadan bir sonuç alamayınca sultan komutanlarını çağırıp, „Kürtler bize karşı dört aydan beri cenk ediyor. Bunlara dışarıdan yardım da gelmiyor. Erzakları çoktan tükenmiş olması gerekiyordu. Ama bu adamlar hala bize karşı direniyorlar. Nasıl oluyor bu? Siz bu kadar mı beceriksiniz?“ diye kızar bağırır komutanlarına.

Sultanın bu konuşması Alaaddin ve Mübarek’in kulağına kadar ulaşır. Hemen bir plan hazırlar iki kardeş. Mübarek’in dişi atından şağdıkları sütü sultana gönderirler bir elçiyle. Elçi, el etek öpüp verir sütü sultana. Alaaddin ve Mübarek‘in selamlarını da iltir. Elçinin getirdiği sütü gören sultan komutanlarını toplayıp, „dört ay oldu bu çapulcu sürüsünü hala dize getiremediniz. Bende erzaklarının tükendiğini zannediyorum. Bakın ve utanın! Adamlar bana süt gönderme cesaretinde bulunuyorlar.  Nedir bu rezillik?“ diye komutanlarına çıkışır, kellelerini uçurmakla tehdit eder.

Efendim biz uzatmayalım sözü…….. Sultanla komutanları arasında bu konuşma süre dursun. Gelin biz Alaaddin ve Mübarek’in süvarileri ile neler yapıyorlar bakıp öğrenelim.

Alaaddin ve Mübarek,  Botan’daki Kürtler’e bir haber uçurup „Dağın altından bulunduğumuz yere doğru bir tüzel kazmaya başlayın. Biz de buradan kazmaya başlıyoruz. Yolu yarıladığımızda dağın tam ortasında buluşuruz. Orta yerde birbirimize kavuştuğumuzda dağın altında gizli bir tünelimiz olur. Bu tünel sayesinde ihtiyacımız olan herşey sağlanır.“ derler. Bu haberin ulaşmasıyla Botanlı Kürtler dağın altından bir tünel kazmağa başlarlar. İki taraftan başlatılan tünel çalışmaları kısa bir sürede sonuçlanır. Dağ dağa kavuşmaz derler. Kürtler, dağları delip birbirine kavuşurlarken sultanın askerlerine karşı üç yıl daha cenk ederler. Üç yıl sonra Kürtler’i dize getiremiyeceğini anlayan sultan vezirini çağırıp, „Biz bu Kürtler’i dize getiremiyoruz. Bir elçi gönderip sulh istediğimizi iletin“ diye emir verir. Vezirin bulduğu elçi hemen giyinir kuşanır elinde beyaz bir bayrakla Kürtler’in bulunduğu yere gider. Sultanın elçisi iki kardeş tarafından konuk edilir, ikramda bulunulur. Bir okka tütün doldurulan lülelerden dumanlar yükselirken gelinir ana konuya.

Elçi; „Sultanımız savaşa son verip sizinle sulh antlaşması imzalamak istiyor“ der.

Alaaddin ve Mübarek kendi aralarında yaptıkları kısa bir müzakereden sonra sultanın elçisini dönüp, „Sultanın sulh  antlaşmasını kabul ediyoruz ama Osmanlı yiğitlik bilmez, hilesi, yalanı, dolanı boldur, sultanına bunları ilet, biz bu anlaşmayı kabul etmiyoruz.“ derler. Elçi bir solukta koşar gelir sultanın yanına. El, ayak öpüp bir bir anlatır kendisine söylenenleri. Sultan vezire; „Git söyle onlara, onlarla benim aramda bir Allah var. Eğer bana güvenmiyorlarsa Allaha güvensinler.“ der. Sultandan aldığı emirle doğruca Kürtler’in yayına giden elçi anlatır sultanın istek ve dileklerini. Allahın bir buyruğu olarak kabül görür sultanın bu isteği Kürtler arasında.  Elçiye „Tamam sultanın teklifini kabul ediyoruz. Git söyle sultanına yarın sulh antlaşması imzalayalım“ derler. Haberi hemen sultana ulaştırmak isteyen elçi, bir solukta kendini sultanın yanında bulur. Sultana anlatır bir bir Kürtler’in sulha evet dediklerini..... Bir anda herkes duyar haberi. Dağ taş insanla dolar. Davullar zurnalar vurulurken, tutsaklar karşılıklı salıverilir. Koyunlar kesilir, askerler birbirlerine sarılır. Kebaplar şişler yanar. Cıvıl cıvıl olur bir anda cenk meydanı. Sultanda Kürtler’in gizlendiği Ninova Dağı’ndaki tarihi kalıntı ve mağraları merak edip gezmeye başlar. Uzun bir süre kendilerine karşı koyan Kürtler’in kaldıkları yerleri teker teker gezer. Uzun zamandan beri kendisini meraktan çatlatan sırrı öğrenmek için sorar; „Bize karşı üç yıl cenk ettiniz. Ekmek ve sularınızı nereden temin ettiniz?“ „Gelin size gösterelim, dağın altında neler yaptığımızı.“ diyerek gururlu bir şekilde gizli tüneli sultana gösterirler Alaaddin ve Mübarek. Yapılanlar karşışında şaşkına dönen sultan bir süre sessiz bir şekilde sağa sola bakmakla yetinir. Sonra Alaaddin ve Mübarek’e dönerek, „Demek savaşı kaybetmeniz halinde buradan kaçacaktınız“ der. Sultan, iki kardeşi ertesi gün çadırında beklediğini söyleyerek ayrılır yanlarından. Ertesi gün sultanın huzuruna çıkan iki kardeş törenle karşılanır. Sultan, iki kardeşe kırk katır, kırk deve yükü mal, para, kumaş hediye ederken , „Bundan böyle Kürdistan’ı siz yöneceksiniz“ der. Sultanın  geriye dönüş emri üzerine hazırlıklar sürerken Kürtler’de dağın altında açtıkları gizli tüneli taşlarla kapatırlar. Botan’a sultandan aldıkları yetkiyle geri dönen iki kardeş, bağırtkanlar ve çağırtkanlarla yediden yetmişe, büyükten küçüğe haber salıp, tüm Kürdistan üzerindeki salahiyeti ellerine aldıklarını, doğumdan ölüme kadar mertlerin, yiğitlerin, doğruların ülkesi olan Kürdistan için çalışacaklarını duyururlar.

Musul’da bıraktıkları kızkardeşleri Gülcan’ı da yanlarına alırlar.

O günden bu güne Kürdistan’ı yönetenler, hüküm sürenler, at koşturanlar, Alaaddin ve Mübarek’i anmadan onların ruhuna bir fatiha okumadan işlerine güçlerine başlamazlar, onların isimlerini zirk etmeden geçen güne gün demezler.

Kaynak: Halk Dilinde Eski Kürt Öyküleri - Augen PRYM und Albert SOCIN, Sagen und Märchen aus dem Volksmunde. Göttingen 1881