16 Ağustos 2017 Çarşamba

Na Drini Cuprija - Drina Köprüsü

 Yıl 1516.
Aylardan Kasım.
Osmanlı-Bosna Eyaleti`nde Hıristiyan çocukları ailelerinden zorla alan yeniçeriler, çocukları İstanbul`a götürmek üzere yola koyulurlar.
***********
Ailelerinden koparılan çocuklardan biri, Şahinoğlu Köyü’nden 10 yasında, esmer bir çocuktur. Osmanlı, Bayıca adlı çocuğa Mehmet adını verir. Yıllar geçer ve o esmer çocuk Osmanlı sadrazamı olur! İhtiyarladığında köyünden ve ailesinden zorla koparılmasının verdiği, acı ve kederi hafifletmek için hırçın, bazen azgın, çoğu kez de durgun akan Drina Nehri üzerinde bir köprü yaptırmaya karar verir. Sarp ve ışsız kıyıları, nehrin kestiği yolları köprüyle birleştirme arzusuyla yanıp tutuşan Osmanlı sadrazamı  köprünün yapımı için Mimar Sinan`ı görevlendirir. Köprü 5-6 yılda biter.
*************


Drina Köprüsü bitiminden yaklaşık 380 yıl sonra, Bosna Eyaleti`ne yakın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda yer alan Travnik kasabasının Dolaç köyünde 9 Ekim 1892’de Ivo, adı adlı bir çocuk dünyaya gelir. Ivo, Zanaatkar olan babası öldüğünde üç yaşındadır. Genç yaşta dul kalan annesi, oğlu ile birlikte Bosna kasabası olan Visegrad’a, ailesinin yanına taşınır. Ivo, koyu bir Katolik olan annesi ve halası tarafından yetiştirilir. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları, Drina Irmağı kıyısındaki bu kasabada geçer. Köken itibariyle bir Hırvat olan Ivo, bir Sırp olarak yaşamayı tercih eder ve ilk okulu Visegrad’da, liseyi Saraybosna’da, üniversiteyi Zagrep, Viyana ve Krakov’da okur. Bu üniversitelerde felsefe, Slav tarihi ve edebiyatı öğrenimi görür. 13 Haziran 1924’te “Türklerin Yönetimi Altındaki Bosna-Hersek’teki Kültürel Hayat” adlı teziyle Graz Üniversitesi’nden felsefe doktoru unvanını alır.
**************


Bayıca`nın yeniçeriler tarafından yorla İstanbul`a götürülmesinin ardından 500 yıl, Ivo`nun doğumundan ise 125 yıl geçtikten sonra bir yanı hümanist, diğer yani Balkan olmasıyla gurur duyan, yetiştiği yörenin masallarını, efsanelerini, gelenek ve göreneklerini iyi bilen, hatta onları çok ama çok önemseyen, Hırvat kökenli arkadaşım Sanja ile sohbet ederken 400 yıl Balkanlar‘da hüküm sürmüş Osmanlı hakkında ne düşündüğünü sordum. Geçmiş zaman, Sanja bana neler söyledi tam anımsamıyorum. Sohbetimizin ardından sevgili Sanja kısa bir süre sonra elinde kalın bir kitapla çıka geldi. Hediye ettiği ve okumamı istediği kitap 1961'in yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış olan yazar Ivo Andriç'in 'Drina Köprüsü' adlı romanıydı. Yaklaşık 500 sayfalık romanı (Almanca) hemen okumaya başladım. Bir kaç sayfanın ardından kitap ve yazarla ilgili bir makale yazmanın zorunluğunu hissettim.
Ivo Andriç, 1961 yılında Nobel Edebiyat ödülünü Dirina Köprüsü adlı eseri ile aldı. Diğer eserlerinin çoğu Almanca, İngilizce, Fransızca İtaiyancaya ve diğer başka dillere çevrilmiş olup Dirina Köprüsü romanı ile dünyada en çok satılan kitaplar listesine girmiştir. Edebiyat eleştirmenleri Ivo Andriç‘in eserlerinin ayrı ayrı güzel olmakla beraber, en ilginç, en önemli ve en güzeli Drina Köprüsü olduğunda hemfikirdirler. Ivo Andriç bir ara Türkiye’yi de ziyaret etmiştir. Türkiye ziyareti sırasında Osmanlı’nın kuruluş şehrini merak etmiş ve Bursa gezisi sırasında: ‘‘Bizim topraklarımızda yıkan, yapan, ilerleyen ve gerileyen bir kuvvetin yüzyıllar boyunca geçmiş olduğu yolu görmek istedim ve mümkün olduğu kadar yakından anlamaya özen gösterdim. Bir kuvvetin yükselmesini, batısını ve bizden neler alıp bize neler verdiğini iyice ölçüp biçmek istedim.‘‘ diye önemli bir açıklama yapmıştır.

Andriç’in önemli bulduğum bu açıklaması üzerinde durmak gerekir. Tarihle uğraşanlar, özellikle Osmanlı‘nın kılıç zoruyla fetih ettiği toprak üzerinde yaşayan halklara toleranslı davranmadığı bilinir! Bu toleranssızlık hali Osmanlıya olan kini artırdığı gibi milliyetçi duyguları daha da pekinleştirmiştir.  Andriç, kitabında bu duyguları şu cümlerle çok iyi anlatır: ‘‘Balkan savaşından sonra yitirilen ülkeler için, Türk gençleri, Müslüman unsurlar ah vah ederken Bosnalı gençler, Sırp gençleri Viyana, Prag Üniversitelerinde okuyorlar... Sırplar, Hırvatlar, Slovaklar milliyetçilik fikirlerini geliştiriyor, sosyalist görüşleri yayıyor, Müslümanlar, Türkler, hâlâ Drina Köprüsüne bakmakta, eski günleri anmaktadırlar.‘‘
Ivo Andriç romanında, küçük Visegrad kasabasının Drina Köprüsünün gölgesinde değişimler içersinde aynı kalan âvâre, hülyacı, arı yürekli Hıristiyan ve Müslüman halklarının altüst oluşlarından, yıkımlarından düşman işgaline kadar türlü türlü acı belirtileri olan ortak bir kader önündeki yaşantısında, insani özü anlatıyor. Gerçek bir hümanist olan Ivo Andriç, ayrı soyların, ayrı dinlerin insanlarını, herbirini kendisinden birer parça sayarak içten bir sevgiyle kaleme almış.

Yazar, köprü ve kasaba bağlamında tarihsel değişimi irdelerken, romanı tarihsel ayrıntılarla doldurmaz. Mekân olarak Drina Köprüsü ve Vişegrad kasabası üzerinde yoğunlaşırken, zaman olarak 400 yıl gibi geniş bir süreyi romanda anlatır. 400 yıl, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yönetiminde geçen son birkaç yılın dışında Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında geçer. Romanı Osmanlı İmparatorluğu’nun  bir musahabesi olarak da görmek mümkün.
Andriç, tarihi süreç içinde olayların katmanını objektif bir şekilde ortaya koyar. Demografik yapı yerini zamanla dinsel/ırksal tabakalara bölünmüş bir halk kitlesine dönüştürür. Çok renkli etnik yapı Müslüman, Hristiyan ve Yahudi insanların toplumsal ve bireysel ilişkilerine dönüşür. Bu coğrafyanın son yıllık tarihi ise başlı başına bir kimlik arayışının görüntüsüdür. 
İlhami Yazgan